Ürün Sorumluluğu Yönergesi Teklifi: İlk Bakış

 
 
 

Piyasaya sürülen ürünlerden doğan zararları konu alan kusursuz sorumluluk rejimini Avrupa Birliği genelinde düzenleyen 85/374 sayılı Ürün Sorumluluğu Yönergesi’nin kabulünün üzerinden neredeyse kırk yıl geçti.[1] Bu kırk yıllık süreçte modern dünyanın dinamiklerindeki değişim ve özellikle dijitalleşmenin etkileri her alanda olduğu gibi ticari hayatın akışında ve piyasada dolaşan ürünlerin nitelik ve çeşitliliğinde de kendisini gösterdi. O zamandan şimdiye içerisinde ona özgü bir yazılım olmaksızın kullanılamayan ürünler, yapay zekâ, çevrimiçi platformlar gibi pek çok yeni unsur artık vazgeçilmez şekilde günlük hayata yerleşti. Kabul edildiği dönemin koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak hazırlanan Yönerge ise bu değişimlere ayak uyduramadı. İşte tam da bu sebeple hazırlanan değişiklik teklifi çağın ihtiyaçlarına ve dinamiklerine uygun bir ürün sorumluluğu rejimi oturtmayı hedefliyor. 28 Eylül tarihinde yayımlanan Teklif, bu hedefe ulaşmak için oldukça önemli değişikler öneriyor. Belirtmek gerekir ki Teklif oldukça kapsamlı değişiklikler içerdiği için bu değişikliklerin tamamını burada incelemek mümkün olmayacaktır. Ürün sorumluluğunun esasları çerçevesinde özellikle önemli sonuçlar doğuracak bazı değişiklikleri incelemek gerekirse;

 

Ürün Kavramı:

 

Çağın gereklerine uygun bir kusursuz sorumluluk rejimi kurmak için atılan adımlardan ilki yazılımları da ürün kavramı içerisine alarak bunların hatalı olmasından doğan zararların da kusursuz sorumluluk esasıyla tazmin edilmesine imkân tanımak olarak tespit edilmiş. Yürürlükte olan Yönerge ürün kavramının sınırlarını taşınır olma niteliği üzerinden çizdiği ve yazılımlar da doğrudan taşınır mal olarak kabul edilemediği için yazılımların hatalı olması sebebiyle meydana gelen zararların üreticinin/yazılımcının kusursuz sorumluluğunu doğurup doğurmayacağı problemli bir alandı. Bu problemi ortadan kaldırmak için ürün kavramının yazılımları da kapsayacağı Teklif’in m. 4/1 hükmünde açıkça ifade edilmiştir. Tüm alanlarda olduğu gibi sorumluluk hukuku alanında da nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda oldukça güncel tartışmalar doğuran yapay zekâ kavramı da yazılım başlığı altında yer alması itibariyle, böylece kusursuz sorumluluk rejimine tabi bir ürün teşkil edecektir.

 

Hata Kavramı:

 

Hata kavramı Teklif’in m. 6 hükmünde yürürlükteki Yönerge’de olduğu gibi ürünün haklı güvenlik beklentisini karşılamaması olarak tanımlanmıştır. Yönerge’den farklı olarak ise bu haklı güvenlik beklentisinin sınırlarını tespit ederken dikkate alınması gereken kriterler yine örnek kabilinden fakat daha geniş olarak sayılmıştır. Bu kapsamda özellikle ürünün sunumu, ürünün öngörülebilir yanlış kullanımı, ürünün öğrenme kabiliyeti, ürünün makul şekilde birlikte kullanılması beklenebilecek ürünlerle kullanımının doğuracağı etkiler, ürünün piyasaya sürülme zamanı ya da üreticinin ürün üzerinde kontrolünü sürdürdüğü durumlarda artık üreticinin ürünün üzerindeki kontrolünün ortadan kalktığı an, kamu mercileri ya da iktisadi işletmecilerin ürüne müdahalesi ve ürünün hedef kitlesi olan nihai kullanıcıların özel beklentileri, Yönerge’den farklı olarak haklı güvenlik beklentisinin tespitinde dikkate alınacak kriterler olarak sayılmışlardır.

Bu noktada dikkat çekici olan, yazılımların da ürün kapsamına alınmasıyla birlikte siber güvenlik yazılımlarının haklı güvenlik beklentisini karşılamaları konusunda yeni bir inceleme alanı açacak olmasıdır. Bu durum, hatanın tespit edilmesinde kullanılacak kriterler arasında Teklif’in m. 6/1-f hükmünde belirtilmiştir. Bir diğer dikkat çekici nokta da Yönerge’de hatanın tespiti bakımından yanlış kullanım durumu hiç anılmamışken Teklif’te makul bir şekilde öngörülebilecek yanlış kullanımın da haklı güvenlik beklentisinin tespitinde bir kriter olarak anılmış olmasıdır.

 

Sorumlulukta Esas Alınacak An:

 

Çağın gereklerine uygun olarak öngörülen bir diğer değişiklik ise sorumluluğun doğup doğmadığı incelenirken dikkate alınacak ana ilişkindir. Yönerge’ye göre ürünün piyasaya sürülme anı dikkate alınacak tek kriterken Teklif’te bu durum yetersiz görülmüş ve belirli koşullar altında ürünün zaten piyasada bulunduğu zaman dilimini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Buna göre örneğin m. 6/1.e hükmünde haklı güvenlik beklentisinin kıstaslarına örnek verilirken ürünün piyasaya sürüldüğü ana alternatif olarak – üreticinin ürün üzerinde kontrolünün devam ettiği durumlarda – üreticinin ürün üzerindeki kontrolünün sona erdiği anın da dikkate alınacağı belirtilmiştir. Bu çabanın görüldüğü bir diğer yer ise sorumsuzluk sebeplerinin düzenlendiği m. 10 hükmüdür. Teklif’in m. 10/2 hükmüyle, ürünün piyasaya sürüldüğü anda mevcut olmayan hataların sorumluluk doğurmayacağını söyleyen m. 10/1.c hükmünün sorumsuzluk sebebi olarak kabul edilemeyeceği durumlar tespit edilmiştir. Buna göre üreticinin hakimiyet alanından kaynaklanan hizmetler, güncellemeler, yükseltmeler ya da bunların eksikliğinden kaynaklanan hatalar da ürün piyasaya sürüldükten sonra çıkmış olsalar dahi sorumluluğu kurucu rol oynayabileceklerdir. Gerekçede bu durum, dijital teknolojilerin piyasada bulunan ürünler üzerinde dahi hakimiyet kurma imkânı sağlamasıyla izah edilmiştir. Mevcut Yönerge’de m. 7/b ile ürün piyasaya sürüldükten sonra ortaya çıkan hatalar için bir sorumsuzluk sebebi öngörülmüş olması sebebiyle böyle hatalar için üretici veya diğer iktisadi işletmeciler kusurdan bağımsız olarak sorumlu olmamaktadırlar. Bu sebeple mevcut durumda da üreticinin yükümlülük alanını ürünün piyasada bulunduğu ana da yaymak, koşulların oluşması halinde kusur sorumluluğu esasıyla olsa bile tazminat yükümlülüğünü temellendirmek ve sonradan ortaya çıkan hatalara karşı kullanıcıları tamamen yalnız bırakmamak için farklı çözüm yolları aranmakta, örneğin ürünün piyasada bulunduğu anı kapsamak üzere üreticinin ürünü gözetleme yükümlülüğü gibi kavramlara başvurulmaktadır.[2] 

 

Sorumlu Kişiler

 

Teklif’te yer verilen önemli değişikliklerden bir diğeri sorumlu tutulacak kişi çevresiyle ilgilidir. Yönerge’de sorumluluk sistemi esas olarak “üretici” kavramı üzerinden şekillenmekte, ithalatçı ve tedarikçiler ise belirli koşullar altında “üretici gibi” sorumlu tutulabilmektedirler. Buna karşılık Teklif, sorumluluğu üretici değil iktisadi işletmeci (economic operator) kavramı üzerine kurmaktadır. Teklif’in m. 4/16 hükmüne göre iktisadi işletmeci kavramı bir ürün veya bileşenin üreticisini, ilgili bir hizmetin sağlayıcısını, yetkili temsilciyi, ithalatçıyı, satış sonrası hizmet sağlayıcısını ve dağıtıcıyı karşılamak üzere kullanılmaktadır. Teklif’in m. 1 hükmünde de Yönerge’nin konusunun iktisadi işletmecilerin sorumluluğu olduğu ifade edilmiştir.

Bununla birlikte belirtmek gerekir ki üretici dışındaki iktisadi işletmecilerin sorumluluğu yine bazı ek koşullar altında gündeme gelmektedir, yoksa üreticiyle birlikte sorumluluğun birincil süjeleri oldukları söylenemez. Söz konusu koşullar Teklif’in “Hatalı Üründen Sorumlu Olan İktisadi İşletmeciler” başlığını taşıyan m. 7 hükmünde düzenlenmiştir. Anılan maddede yine dikkat çeken bir başka husus da iktisadi işletmeci tanımı içerisine alınmamakla birlikte çevrimiçi platformların da belirli şartlar altında ürün sorumluluğunun süjesi olabileceklerinin kabul edilmiş olmasıdır. Bu durum çevrimiçi platformların hatalı ürünlerden doğan zararlardan tamamen soyutlanmasına karşı çıkan eğilimin bir yansımasıdır. (Bkz. Loomis v. Amazon)

 

İlliyet Karinesi

 

Ürün sorumluluğunun en problemli noktalarından birisi hata ile zarar arasındaki illiyet bağının zarar gören tarafından ispat edilmesi gerekliliğidir. Gerçekten de gelişen ve karmaşıklaşan üretim tekniklerinin de etkisiyle üründeki hatayı ve özellikle zamanla ortaya çıkan zararlarda hayatın akışında zararlı bir neticeyi ortaya çıkarabilecek pek çok unsurun aynı anda mevcut olması nedeniyle hata ile zararlı sonuç arasındaki illiyet bağını ispat etmek zarar gören açısından oldukça güç olabilmektedir. Bu nedenlerle farklı hukuk sistemlerinde zarar görenin bu ağır ispat külfetini hafifletme çabalarının ortaya çıktığı da gözlenmektedir. (Bkz. Johnson v. Monsanto Co.[3])

Teklif, bahsettiğimiz bu ağır ispat yükünün zarar gören lehine hafifletilmesi noktasında önemli değişiklikler öngörmektedir. Bu değişikliklere değinmeden önce belirtmek gerekir ki Teklif m. 9/1 hükmünde hata ve hata ile zarar arasındaki illiyet bağının zarar gören tarafından ispat edilmesi gerektiği Yönerge’de olduğu gibi tekrar edilmiştir. Ancak bu ilke ortaya konmakla birlikte bazı durumlarda zarar gören lehine bir illiyet bağı karinesinin söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu halleri sıralamadan önce ifade etmek gerekir ki burada sözünü ettiğimiz karine adi bir karinedir çünkü iktisadi işletmeci Teklif’in m. 9/5 hükmü uyarınca bu karineyi çürütme imkanına sahip olacaktır.

Teklif m. 9/2 hükmü uyarınca;

  • Davalı iktisadi işletmeci, Teklif m. 8/1’de belirtilmiş olan yükümlülüğüne aykırı olarak elindeki kanıtlara ilişkin belgeleri sağlamazsa,

  • Davacı zarar gören, ürünün, meydana gelen tarzda zarar riskine karşı koruma sağlamayı hedefleyen Avrupa Birliği mevzuatında ya da ulusal hukuk sistemlerince belirlenmiş olan zorunlu güvenlik gereksinimlerini karşılamadığını ortaya koyarsa ya da

  • Davacı zarar gören, zararın ürünün normal kullanımında ya da olağan koşullar altında üründeki bariz işlev bozukluğundan kaynaklandığını ortaya koyarsa, ürünün hatalı olduğu varsayılacaktır.

Teklif m. 9/3 hükmü uyarınca; ürünün hatalı olduğu ve zararın tipik olarak söz konusu hata ile tutarlı olduğu ortaya konduğunda, üründeki hata ile zarar arasında illiyet bağının mevcut olduğu varsayılacaktır.

Teklif m. 9/4 hükmü uyarınca; uyuşmazlık konusu olay mahkeme önüne geldiğinde mahkeme teknik ya da bilimsel karmaşıklık nedeniyle zarar görenin hatayı ya da hata ile zarar arasındaki illiyet bağını ya da her ikisini ispat etmekte aşırı bir zorlukla karşılaştığına karar verirse zarar gören;

  • Ürünün zarara katkı sağladığını ve

  • Ürünün hatalı olduğunun muhtemel olduğunu ya da üründeki hatanın zararın olası nedeni olduğunu ya da her ikisini birden yeterli derecede ilgili kanıtla ortaya koyduğunda ürünün hatalı olduğu veya hata ile zarar arasındaki illiyet bağı bulunduğu (veya her ikisi birden) varsayılacaktır. Davalı iktisadi işletmeci ise yukarıda sözünü ettiğimiz aşırı ispat güçlüğü durumunun varlığına ya da yukarıda değinilen zarar görenin olasılığa dayanan iddialarına itiraz etme hakkına sahip olacaktır.

Teklif’te bu yazıda detaylı olarak değinemediğimiz başka değişiklikler de öngörülmektedir. Örneğin Yönerge’de yer almayan 15 yıllık bir zamanaşımı süresi Tekif m. 14/3 hükmünde zarar görenin 10 yıllık süre içerisinde zararın etkisinden ötürü dava açamaması halinde öngörülmüş durumdadır. Bir diğer değişikliğe kısaca değinmek gerekirse Yönerge’de doğrudan düzenlenen (m. 9/b) tazminat üst sınırına ya da üye devletlere verilmiş olan tazminata miktar bakımından üst sınır getirme yetkisine (m. 16/1) Teklif’te rastlanmamaktadır. Bu değişiklikler de göstermektedir ki Teklif ile zarar görenin tazminata tam olarak ve daha rahat bir yoldan ulaşması hedeflenmektedir.

 

Türk Hukuku Açısından Değerlendirme

 

Bilindiği üzere 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu ile hukuk sistemimizde üreticinin kusursuz sorumluluğu nihayet özel bir düzenlemeye kavuşmuştur. Kanun’un işlevsel ve amaca uygun bir sorumluluk rejimi getirip getirmediği noktasında incelenebilecek pek çok şey olmakla birlikte özetle denebilir ki Kanun hatalı üründen kaynaklanan zararların tazmini noktasında çağın gereklerine uygun bir giderim mekanizması kurmaktan uzaktır.[4] Kanun gerekçesinde dayanak düzenleme olarak Yönerge gösterilmiş olsa da özellikle sorumluluğun kurucu unsuru olan hata kavramı ile Kanun’da yer alan uygunsuzluk kavramı örtüşmemektedir. Aynı zamanda Kanun’a göre üreticinin teknik düzenlemelere uymakla sorumluluktan kurtulabiliyor olması da ürün sorumluğu ve ürün güvenliği düzenlemelerinin ne kadar farklı amaçlarla getirildiği ve ne kadar farklı mekanizmalar kullandıkları göz önünde bulundurulunca, Kanun’un ürün sorumluluğu noktasında ne kadar eksik olduğunu tek başına gösterir niteliktedir.

Teklif kabul edilirse 7223 sayılı Kanun ile AB Ürün Sorumluluğu mevzuatı arasındaki fark iyice açılacaktır. Zira Teklif ile ürün sorumluluğu çağın gereklerine uyum sağlamak adına zarar gören lehine genişletilmek istenirken 7223 sayılı Kanun’da daha sorumluluğun kurulması aşamasında büyük engeller gözlenmektedir.

 Örnek vermek gerekirse yazılımların 7223 sayılı Kanun kapsamında ürün olarak kabul edilmeleri, Kanun’un “her türlü madde, müstahzar veya eşya” şeklindeki ürün tanımı karşısında mümkün görünmemektedir. 7223 sayılı Kanun’a göre haklı güvenlik beklentisini karşılamayan bir ürün bile teknik düzenlemeye uygun olması nedeniyle sorumluluğu kuracak nitelikte görülmeyebilecekken Teklif ile, teknik düzenlemelere uyumun da ötesinde, öngörülebilir hatalı kullanımların dahi sorumluluğu doğurabilmesi hedeflenmektedir. Başka bir örnek vermek gerekirse Teklif ile özellikle kompleks davalarda zarar gören üzerindeki ispat külfetini hafifletme eğilimi dikkat çekerken 7223 sayılı Kanun’da sorumluluğun kurucu unsuru olması gereken ‘hata’ kavramı ıskalandığından aslında ürün güvenliğine ilişkin olan uygunsuzluk kavramının ve bununla zarar arasındaki illiyet bağının ispatı sorunu çevresinde oyalanılmaktadır.

Sonuç

Ürün Sorumluluğu Yönergesi, yürürlüğü süresince birtakım değişikliklere uğramış olsa da artık zamana yenik düşerek çağın gereklerini karşılamaktan uzaklaşan hükümleri nedeniyle son yıllarda tartışmaları beraberinde getirmiş ve nihayet bu yazıda ele aldığımız Teklif hazırlanarak görüşlere sunulmuştur. Teklif ile amaçlanan; işleyen bir ürün sorumluluğu rejiminin teknoloji ve iş dünyasındaki gelişmeler karşısında işlevini yitirmesini önlemek ve zarar görenin zararının tazminini kolaylaştırmaktır. Bu noktada Türk Hukukuna döndüğümüzde Yönerge’ye kıyasla çok daha genç bir düzenleme olan 7223 sayılı Kanun’da yer alan tazminat sorumluluğu hükümleri için, bu gençliğe tezat bir biçimde, eleştirilebilecek bir işlerlik durumundan dahi söz etmek zordur. Kanun ile getirilen sorumluluk rejimi, sorumluluğun kurulması ve sorumluluktan kurtuluş sebepleri bakımından öyle büyük sorunlara sahiptir ki bu durum Kanun ile mevcut Yönerge arasında bile büyük bir uçurumun oluşmasına neden olmaktadır. Teklif’in kabulü halinde ise bu uçurumun derinleşeceği aşikardır. Öte yandan bu değişiklik ihtimalinin bir fırsat yaratması da mümkündür. Şöyle ki; yapılacak önemli değişiklikler vesilesiyle kanun koyucu gerekçesinde Yönerge’ye dayandırdığını ifade ettiği ürün sorumluluğu düzenlemelerini yenilenen yönergeye uygun bir şekilde yeniden ele alırsa bu değişiklik vesilesi ile Türk Hukuku günümüzdeki durumundan çok daha işlevsel bir ürün sorumluluğu düzenlemesine kavuşabilir. Elbette Teklif de sorumluluk rejimi bakımından sorunsuz olmayıp pek çok tartışmayı içerisinde barındırabilecektir ancak günümüzün giderek daha fazla işlerlik kazanan sorumluluk sebeplerinden biri olan ürün sorumluluğu için çağın gereklerine uygun ve daha da öncelikli olarak amacına uygun şekilde işleyebilecek bir sorumluluk rejimine kavuşmak için ilk adım niteliğinde olacaktır bu. Aksi takdirde Türk Hukuk doktrini 7223 sayılı Kanun’un tazminat sorumluluğu hükümleri hakkında duyduğu derin endişelerden sıyrılamayacak ve Kanun öncesi dönemde olduğu gibi işlevsel bir ürün sorumluluğuna giden yol arayışı ne yazık ki sürecektir. Belirtmek gerekir ki Teklifte öngörülen sorumluluk sisteminin teknik açıdan işlerliği dışında ayrıca iktisadi işletmeciler açısından oldukça ağır bir sorumluluk rejimi öngörülüyor olması da ayrıca düşünülmesi gereken bir noktadır. Nitekim bu düzenlemelerin amacı ne pahasına olursa olsun zarar göreni korumaktan ziyade menfaatler dengesi uyarınca riski dağıtmak ve buna uygun bir koruma sağlamaktır.[5] 

 

Dipnotlar

 

[1] Aksi belirtilmedikçe “Yönerge” ifadesi 85/374 sayılı Ürün Sorumluluğu Yönergesi için, “Teklif” ifadesi ise 28.09.2022 tarih ve COM(2022)495 sayılı Ürün Sorumluluğu Değişiklik Teklifi için kullanılacaktır.

[2] Bu konuda bakınız Yıldırım, K. C., “7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu M. 19 Hükmü İle Öngörülen Geri Çağırma Yükümlülüğü Üzerine Düşünceler”, KHAS Hukuk Bülteni 2020-2021 Akademik Yılı Derlemesi (ed. Başak, B. / Arat, N.), İstanbul, 2021, s. 420 vd.

[3] Karara ilişkin detaylı bilgi için Bkz. Gizem Arslan, Johnson v. Monsanto Co. Davasının İnsan Sağlığı Riskleri Üzerine Düşündürdükleri, https://hukukbulteni.khas.edu.tr/bulten/68

[4] Kanun’da yer alan ürün sorumluluğu düzenlemesine farklı yönlerden yöneltilen eleştiriler için bkz.: Baysal, B, Haksız Fiil Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2019, s. 287 vd.; Atamer, Y. M. / Kurtulan Güner, G. "Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu ile İmalatçının Sorumluluğu Konusu Türk Hukuku Açısından Çözülmüş müdür?" Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. 70 S. 2, 2021, s. 543 vd.; Oğuzer, P., Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda Üreticinin Sorumluluktan Kurtuluş Sebepleri, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2020, s. 62 vd.; Kanışlı, E. "Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu (ÜGTDK) Uyarınca Üreticinin Sorumluluğu", İstanbul Hukuk Mecmuası C. 78 S. 3, 2020, s. 1413 vd.; Çalışkan, A. Gıda Üreticisinin Hukuki Sorumluluğu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2021, s. 81 vd.  ; Yıldırım, K. C., “7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu M. 19 Hükmü İle Öngörülen Geri Çağırma Yükümlülüğü Üzerine Düşünceler”, KHAS Hukuk Bülteni 2020-2021 Akademik Yılı Derlemesi (ed. Başak, B. / Arat, N.), İstanbul, 2021, s. 428 vd.

[5] SCHMIDT-SALZER, Joachim: Produkthaftung Band III/1: Deliktsrecht 1. Teil, 2. Auflage, Verlag Recht und Wirtschaft GmbH, Heidelberg, 1990, N. 4.825.

Paylaş