-->

RÖMORKAJ ÜCRETİ İÇİN GEMİ ÜZERİNDE HAPİS HAKKININ DOĞUMU ÜZERİNE BİR İNCELEME

Ar. Gör. Yavuz Can Aslan

 

I. RÖMORKAJ SÖZLEŞMESİ VE ÜCRETİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Römorkaj sözleşmesi 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (bundan böyle “TTK”) veya sair mevzuatta tanımlanmış değildir. Ancak öğreti ve yargı içtihadına göre, denizde görülen her türlü çekme, itme, tutma işi römorkaj faaliyeti olarak nitelendirilir[1]. Römorkaj sözleşmesinin hukukî niteliğinin, duruma göre hizmet akdi, eser sözleşmesi, taşıma sözleşmesi veya vekalet sözleşmesi olarak nitelendirilebileceğini ileri süren farklı görüşler[2] olduğu gibi; işin mahiyetine bakılmadan vekalet sözleşmesi olduğu görüşü[3] de öğretide ileri sürülmüştür.

Römorkaj faaliyeti karşılığında, römorkaj ücretine hak kazanılır. Römorkaj ücreti sözleşmeden kaynaklanan bir alacak olduğu üzere nispi bir haktır. Römorkaj işlerinden doğan istemler, Türk Ticaret Kanunu’nun 1320’nci maddesinde ve bu düzenlemenin mehazı olan 1993 tarihli Gemi Alacaklısı Haklarına ve Gemi İpoteklerine İlişkin Milletlerarası Sözleşme’de gemi alacağı olarak tanımlanmış olmadığından, römorkaj ücreti için römorkaj hizmeti alan gemi üzerinde kanunî rehin hakkı doğmaz.

Buna karşın, gerek Türk Ticaret Kanunu’nun 1352’nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi ile bu düzenlemenin mehazını teşkil eden 1999 tarihli İhtiyati Haciz Sözleşmesi’nin birinci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi gerek 1952 tarihli İhtiyati Haciz Sözleşmesi’nin birinci maddesinin (i) bendine göre römorkaj sözleşmesiyle ilgili tüm alacaklar bir deniz alacağıdır. Dolayısıyla römorkaj ücreti için de geminin ihtiyati haczi talep edilebilir.

II. RÖMORKAJ ÜCRETİ İÇİN GEMİ ÜZERİNDE HAPİS HAKKININ DOĞUMU SORUNU

Her ne kadar römorkaj ücreti, alacaklısına bir gemi alacaklısı hakkı bahşetmediği için kanundan doğan bir rehin hakkı ile teminat altına alınamıyor olsa da römorkaj hizmetini sağlayan tarafın Türk Medenî Kanunu’nun (bundan böyle “TMK”) 950’nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca çekilen gemi üzerinde kanuni hapis hakkının doğup doğmadığı ayrıca değerlendirilmelidir[4]. Söz konusu düzenleme uyarınca “Alacaklı, borçluya ait olup onun rızasıyla zilyedi bulunduğu taşınırı veya kıymetli evrakı, borcun muaccel olması ve niteliği itibarıyla bu eşyanın alacak ile bağlantısı bulunması hâlinde, borç ödeninceye kadar hapsedebilir.

Öncelikle römorkaj ücreti, römorkaj sözleşmesine konu olan gemiye sunulan hizmetin bir ivazı olarak doğduğu için çekilen gemi ile römorkaj ücreti arasında bağlantı bulunması şartı mevuttur. Herhalde, TMK m. 950/2 uyarınca zilyetlik ve alacak ticari ilişkiden doğmuşsa, tacirler arasında bu bağlantı var sayılır. Dolayısıyla, TTK m. 931/2’de tanımlanan bir ticaret gemisinin römorkaj sözleşmesine konu olması halinde, römorkaj hizmetini sunana taraf da bu işi zorunluluk icabı arızî olarak yapıyor değilse, alakanın TMK m. 950/2 icabı kurulduğu farz edilecektir.

Lâkin, TMK m. 950/1 kapsamında, römorkaj faaliyeti kapsamında römorkörün çekilen gemi üzerinde zilyet yardımcısı mı olduğu yoksa zilyet mi olduğu; zilyet ise ne tür zilyet olduğunun cevabı somut olayın şartlarına göre değişebilir. Bu kapsamda yapılacak tespit ise hapis hakkının doğup doğmadığını doğrudan etkileyecektir. Zira TMK m. 950 uyarınca alacaklının eşya üzerinde hapis hakkının doğması, onun ancak belli zilyetlik türlerine göre eşyaya zilyet olması ihtimalinde mümkündür. Başka bir ifadeyle, her zilyetlik türü, TMK m. 950 uyarınca eşya üzerinde hapis hakkı sağlamaz.

Öncelikle, alacaklının hapis hakkının doğumu için, aynı teslime bağlı rehindeki gibi, alacaklının eşya üzerinde dolaysız zilyetliği kazanması gerektiği ve borçlunun eşya üzerindeki dolaysız zilyetliğinin sona ermesi gerektiği öğretide ifade edilmektedir[5]. Bunun yanında, alacaklı ile borçlu mala elbirliği ile zilyet olurlarsa da hapis hakkının doğduğu kabul edilmektedir[6]. Buna mukabil, borçlunun eşya üzerinde tek başına fiili hâkimiyetinin yani doğrudan zilyetliğinin söz konusu olabildiği müşterek zilyetlik durumunda alacaklının hapis hakkının doğmadığı, öğretide ifade edilmektedir[7]. Zilyet yardımcıları ise zilyet sayılmadıklarından TMK m. 950/1’deki şartları sağlamış sayılmayacaklarında eşya üzerinde hapis hakkını kazanamaz.

Sağlanması gereken diğer bir şartı ise üzerinde hapis hakkı tesis edilecek eşyanın bizzat borçluya ait oluşudur. Oysaki, geminin maliki, gemisini bizzat işleterek donatan sıfatıyla faaliyet göstermek zorunda değildir. İsterse, gemisinin teknik kontrolünü (fiilî hakimiyetini) ve zilyetliğini, gemi işletme müteahhidi olarak anılan üçüncü bir kişiye, TTK m. 1119 ve devamı hükümlerinde düzenlenen gemi kira sözleşmesi çerçevesinde de bırakabilir. Bu durumda, gemi işletme müteahhidinin, maliki olmadığı işbu gemiyi konu olan bir römorkaj sözleşmesi akdetmesi durumunda, acaba römorkaj hizmeti sağlayan alacaklının gemi üzerinde hapis hakkının doğmasında, genel hükümler bakımından bir sakınca var mıdır?

Her ne kadar, kural olarak, hapis hakkı borçluya ait taşınır mal üzerinde kurulabilse de TMK m. 950/3 uyarınca borçluya ait olmayana taşınır mallar üzerinde de zilyetliğin iyi niyetle kazanılması korunduğu ölçüde hapis hakkı doğabilir[8]. Düzenlemede atıf yapılan güvenin korunması prensibinin kaynağı TMK’nin 988’inci maddesidir. Bu hükme göre, “Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur.”  Hapis hakkı da nihayetinde bir aynî hak olduğundan[9] düzenlemenin kapsamındadır.

Demek ki, öncelikle taşınır malın malik tarafından kendi rızasıyla zilyet olan kişiye, yani gemi kiracısına (yahut çarterere), verilmesi gerekir. Gemi kira sözleşmesi çerçevesinde gemi zilyetliğinin devri bu şartı sağlar çünkü kiraya veren, kiracıya geminin zilyetliğini kendi rızasıyla nakleder.

İyi niyet bakımından aranan husus ise, TMK m. 3’teki sübjektif (enfüsi) iyi niyet düzenlemesinin TMK m. 950/1 normu özelinde tatbiki neticesinde, eşya üzerinde hapis hakkını kazanan alacaklının, hapis hakkını kazanmasını sağlayan borçlunun buna yetkisi olmadığını bilmemesi ve bilebilecek durumda olmamasıdır[10]. Ulaştığımız sonucu ayrıca römorkaj sözleşmesi özelinde uygularsak, römorkaj hizmeti sunan tarafın, gemi işletme müteahhidinin gemi üzerinde herhangi bir aynî hak tesis etmek bakımından tasarruf ehliyetinin bulunmadığını bilmemesi veya bilebilecek durumda da olmaması gerektiği sonucuna varılır. Demek ki, gemi işletme müteahhidinin ancak TMK m. 3 uyarınca römorkaj hizmetini sunan tarafça geminin maliki sanılabileceği durumlarda, gemi üzerinde hapis hakkı genel hükümler mucibince doğabilir.

Her ne kadar, TMK m. 3 uyarınca iyi niyetin varlığı bir adi karine olarak var sayılsa da durumun icabına göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyi niyet iddiasında bulunamayacağı dikkatten kaçırılmamalıdır. Öğreti tarafından, cep telefonu satın alınırken fatura aranmamış olması yahut üstünde kütüphane damgası bulunan bir kitabın gerekli araştırma yapılmadan alınması hallerinin iyi niyet iddiasını ortadan kaldırır nitelikte özensizlik addedildiği göz önüne alınırsa[11], sicile kayıtlı gemiler bakımından gemi sicilinin kontrol edilmemesinin evleviyetle iyi niyeti ortadan kaldıracağı ileri sürülebilir. Nitekim, TTK m. 974 uyarınca, gemi sicilinde malik olarak kayıtlı bulunan kişi geminin maliki sayılır. Ayrıca TTK m. 983’te düzenlenen sicile güven ilkesi uyarınca gemi mülkiyetinin iktisabı bakımından öğretide bizim de katıldığımız görüş[12] uyarınca, gemi sicilinde malik olarak kayıtlı olmayan zilyetten iyi niyetle hak iktisabı mümkün olmadığı cihette TMK m. 950/3 uyarınca hapis hakkının iktisabı da mümkün olmamalıdır. TTK m. 983/1’in yalnızca hukukî işlemlerle hak iktisabını konu alması, oysaki TMK m. 950’de düzenlenen hapis hakkının kanundan kaynaklanması da naçizane kanaatimizce, kurduğumuz analojiye engel değildir. Keza TMK m. 950 bakımından alacaklının hapis hakkını kazanacağı eşyanın borçluya ait olup olmadığını hususunda iyi niyet iddiasını, sicile kayıtlı gemiler özelinde TTK m. 983’ün kıyasen uygulanması suretiyle incelenmekte bir beis görmemekteyiz.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında, naçizane kanaatimizce, sicile kayıtlı gemilerde kiracının akdetmiş olduğu römorkaj sözleşmesinden doğan ücret alacağı için gemi üzerinde TMK m. 950 uyarınca hapis hakkı doğmayacaktır. Halihazırda deniz alacağı olarak düzenlenen römorkaj ücreti için geminin ihtiyatî haczini isteyip teminat elde etme imkânı bulunan alacaklı, ayrıca gemi üzerinde hapis hakkının doğup doğmayacağına göre römorkaj sözleşmesi akdetmeye karar verecekse; borçludan bu aynî hakkın iktisabının mümkün olup olmadığı hususunda sicil kayıtlarını kontrol etmekle yükümlü sayılmalıdır. Aksi halde alacaklıyı iyi niyetli saymak kanaatimizce yukarıdaki düzenlemelerin kendi aralarındaki etkileşiminden neşet eden ruha uygun olmayacaktır.

Ancak sicil kayıtlarında yanlışlık bulunan istisnai durumlarda römorkaj hizmeti sağlayan tarafın iyi niyetinin korunabildiği ölçüde hapis hakkının doğma ihtimali mevcuttur. Herhalde, bu ihtimalde de tarafların gemi üzerinde, zilyet yardımcısı mı zilyet mi olduğu; zilyet ise bu zilyetliğin elbirliğiyle zilyetlik veya müşterek zilyetlik olup olmadığı yönünden ayrı bir inceleme yapılması da kanaatimizce elzemdir.

III. RÖMORKAJ SÖZLEŞMESİNDE TARAFLARIN GEMİ ÜZERİNDEKİ ZİLYETLİK DURUMUNUN HAPİS HAKKININ DOĞUMUNA ETKİSİ

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, römorkaj ücreti için gemi üzerinde hapis hakkının doğup doğmadığının tespiti için römorkaj sözleşmesinin hukukî niteliği çerçevesinde tarafların gemi üzerindeki zilyetliklerinin türünün tespit edilmesi gerekir. Şayet donatanın gemi üzerinde dolaysız zilyetliğinin devam ettiği yahut römorkaj hizmeti sağlayanla birlikte müşterek zilyet bulunduğu tespit edilirse, TMK m. 950 uyarınca hapis hakkının doğmadığına hükmetmek gerekir[13]. Aşağıda römorkaj sözleşmesi uyarınca ihtimaller incelenmiştir:

Kanunda römorkaj sözleşmesine ilişkin açık bir düzenleme olmadığı için sözleşmenin hükümleri tarafların çekilen gemi üzerindeki zilyetliklerinin niteliğini yorumlamada en önemli hukukî kaynaktır. Örneğin, çekilen geminin makinelerinin çalışmasına rağmen, liman giriş çıkışlarında kolaylık sağlamak yahut rıhtıma yanaşmada tedbiri arttırmak üzere yardım mahiyetinde sağlanan römorkaj hizmeti yedek çekme (tugging, halage, bugsieren) olarak anılmaktadır[14]. Yedek çekme niteliğindeki römorkaj sözleşmesinin bir tür hizmet akdi olduğu öğretide kabul edilmektedir[15]. Dolayısıyla, çekilen geminin donatanı, yedek çekme römorkunu sevk ve idare etmektedir ve römorkun donatanı da çekilen geminin donatanın verdiği talimatlara uyması gerekir[16].

Yedek çekme niteliğindeki römorkaj sözleşmelerinde, donatanın gemi üzerindeki dolaysız zilyetliğinin sona ermediği açıktır. Hatta yedek çekme niteliğinde römorkaj hizmeti sunan tarafın, donatan adına ve onun yararına gemi üzerinde hâkimiyet sürdürdüğü dikkate alınırsa, burada bir tür zilyet yardımcılığının[17] (auxiliaire de posession) söz konusu olduğu, yani alacaklının zilyet olma şartını dahi yerine getiremediği[18] kanaatimizce kabul edilmelidir. Keza, kural olarak hizmet ilişkisi, eşya üzerinde işçiye zilyetlik sağlamaz[19].

Öte yandan, motorları çalışmadığı için kendiliğinden hareket kabiliyeti bulunmayan ve fakat mürettebatı bulunan gemilerin römork tarafından çekilmesini konu alan sözleşmeler bir hizmet sözleşmesi olarak değil, bir eser sözleşmesi olarak kabul edilir[20]. Öğretiye göre, bu durumda da römorkör çekilen gemi üzerinde hakimiyet elde etmez. Zira römorkör ancak ve ancak çekme faaliyetinin selâmetiyle sınırlı olmak kaydıyla çekilen gemiye talimat verebilir[21]. Ayrıca, sözleşmenin hukukî niteliğinin eser sözleşmesi olması uyarınca taşıyanın sorumluluğuna ilişkin TTK 1061 ve devamı düzenlemelerinin uygulanmaması gerekir[22].

Buna mukabil, kendisine ait hareket gücü ve mürettebatı bulunmayan gemilerin çekilmesine ilişkin sözleşmeler, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 10.05.2004 tarihli bir içtihadında[23] navlun sözleşmesi olarak değerlendirilmiştir. Bu görüş uyarınca, römorkaj hizmeti sunan tarafı taşıyan olarak nitelendirmek icap etmektedir. Malum olduğu üzere taşıyanın eşya üzerindeki zilyetliği somut olayın şartlarına göre özel olarak değerlendirilmelidir[24]. Öğretideki bir görüş uyarınca, taşıyan duruma göre fer’î zilyet yahut başkası için zilyet[25] olabilir. Öğretideki diğer bir görüşe göreyse, taşıyan taşınmak üzere kendisine teslim edilen eşyanın fiilî hakimiyetini sözleşmeden doğan borcunun ifası için kazandığından fer’î zilyet sayılmalıdır[26].

Diğer bir ifadeyle, Yargıtay’ın bu görüşü kabul edildiği takdirde, römorkaj hizmeti sunan taraf duruma göre ya geminin maliki için zilyet  (başkası için zilyet[27]) ya da dolaysız fer’î zilyet olacak; nihayetinde de zilyet olduğu için TMK m. 950’den doğan hapis hakkını kullanmak bakımından bir sorunla karşılaşmayacaktır. Burada geminin maliki ise ancak dolaylı aslî zilyetliğini devam ettirir. Birden çok dolaysız zilyet söz konusu olmadığı üzere, birlikte (müşterek veya elbirliğiyle) zilyetlik hallerinde hapis hakkının kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin sorunlar da hiç ortaya çıkmaz.

Naçizane kanaatimizce, Yargıtay’ın hareket kabiliyeti ve mürettebatı bulunmayan gemilerin çekilmesine ilişkin sözleşmeleri navlun sözleşmesi olarak nitelendirmesi ve bunun neticesinde TTK m. 1061 ve düzenlemelerine tabi tutması yerinde değildir. Neticede, çekilen gemi suda bağımsız olarak hareket etmekte; taşıyan geminin bordrosu veya ambarlarında taşınmamaktadır. Bunun neticesinde, römorkör çekilen geminin doğa olaylarına mazur kalmasını ancak belirli oranda önleyebilir ve onu muhafaza edebilir. Dolayısıyla, bu tür römorkaj sözleşmelerinin navlun sözleşmesi sayılmaması, fakat genel hükümler çerçevesinde eser sözleşmesi olarak nitelendirilmesi naçizane kanaatimizce daha isabetli olur.

Kendi tahrik sistemiyle hareket edemeyen ve mürettebatı da bulunmayan gemilerin zilyetliği bakımından gemi malikinin asli fakat dolaylı zilyet olduğu tartışmasızdır. Römorkör ise bu tür bir gemi üzerindeki hakimiyetinin derecesine göre dolaysız fer’î zilyet yahut başkası için zilyet olabilir. Örneğin bu tür bir geminin açık denizden geçerek bir limandan başka bir limana çekilmesi durumunda, römorkörün fer’î zilyetliğini kabul etmek, hayatın olağan akışına uygun düşer. Zira bu durumda, geminin sağ salim varma limanına ulaşması için, römorkaj sözleşmesiyle römorkörün geniş yetkilerle donatılması icap eder. Mesela, kanal geçişlerinde dok hizmetlerinden faydalanma; çekilen geminin fırtınada su alması durumunda bu suyun tahliyesi için sözleşmeler akdetmek, gerekirse başka katarların gemiyi çekmesi için sözleşme akdetmek gibi geniş yetkilerle donatılan bir römorkörün fer’î zilyetliğini reddetmek zilyetlikle ilgili düzenlemelerin ruhuna da aykırı düşer. Gerçekten de işçi veya hizmetliye sağlanan eşyaları kullanmak bakımından bir takım geniş yetkiler tanındığı durumlarda, bu kişilerin bu eşyalar üzerinde zilyet olduğunun kabul edildiği[28]; bu bakımdan örneğin bir işletmenin idaresi bakımından geniş yetkiler tanımış bir müstahdemin[29] yahut işletmenin satış bürosu yöneticisinin[30] yahut iş elbisesini giyen bir işçinin[31], zilyet olduğunun kabul edildiği dikkate alınırsa, binlerce gros tonluk bir gemiyi açık denizde çeken römorkörün zilyet sayılmaması hakkaniyetsiz ve mantıksız olur.

Buna karşın, liman içinde makineleri arızalanmış ve mürettebatı istifa ederek ayrılmış bir gemiyi bir rıhtımdan diğerine çeken bir römorkör ise, rıhtımların yakınlığı ve gemi malikiyle akdedilen sözleşmenin düzenlemeleri de dikkate alınmak koşuluyla, pek tabi başkası için zilyet kabul edilebilir. En azından bu tür bir iddianın ileri sürülmesi hoş görüyle karşılanmalıdır. Her halde her iki durumda da TMK m. 950 uyarınca gemi üzerinde hapis hakkının doğduğu ileri sürülebilir.

IV. SONUÇ

Yukarıdaki değerlendirmelerimiz uyarınca, çekilen geminin motorlarının çalıştığı ve römorkörün hizmet akdiyle çalışıyor kabul edildiği yedek çekme niteliğindeki römorkaj sözleşmeleri ile gemi motorlarının çalışmamasına rağmen gemi mürettebatının gemide bulunduğu ve römorkörün naçizane kanaatimizce ancak zilyet yardımcısı sayılabileceği römorkaj sözleşmeleri bakımından TMK m. 950 uyarınca gemi üzerinde hapis hakkının doğamayacağını kabul etmek gerekir. Buna karşın, geminin tahrik sistemlerinin çalışmayıp, mürettebatının da bulunmadığı römorkaj sözleşmelerinde işin icabı gereği römorkörün geminin muhafazası için bir takım geniş yetkileri haiz olduğu dikkate alındığında, gemiye fer’î zilyet bulunduğu kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu tür durumlarda, römorkörün TMK m. 950 uyarınca gemi üzerinde hapis hakkını haiz olduğu kabul edilebilir.

 

Dipnotlar

[1] Erdoğan Göğer, “Cer (Römorkaj) Mukavelesi”, Adalet Dergisi, C. 52, No: 9, 1961, s. 958; Yalçın Çakalır, Römorkaj Sözleşmesi, Ankara, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 1985, s. 35. Ayıca bkz. Yar. 11. HD, E. 2003/11461, K. 2004/5145, T. 10.05.2004 (legalbank.net, son erişimi tarihi: 13.04.2022), Yar. 11. HD, E. 2003/10241, K. 2004/5917, T. 25.05.2004 (legalbank.net, son erişimi tarihi: 13.04.2022).

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Göğer, “Cer (Römorkaj) Mukavelesi”, s. 936 vd. Bu görüşlerin eleştirisi için bkz. Çakalır, Römorkaj Sözleşmesi, s. 47 vd.

[3] Çakalır, Römorkaj Sözleşmesi, s. 74.

[4] Römorkaj ücreti için Türk Medeni Kanunu’nun 950’nci maddesi uyarınca gemi üzerinde hapis hakkının doğduğu yönündeki görüş için bkz. Kerim Atamer, Deniz Ticareti Hukuku, Cilt IV, Deniz İcra Hukuku, 2. baskı, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2019, s. 127.

[5] M. Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, Saibe Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, 23. baskı, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2021, s. 1190.

[6] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.y.

[7] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.y.

[8] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.g.e., s. 1191.

[9] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.g.e., s. 1188.

[10] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.g.e., s. 121.

[11] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, a.y.

[12] Emine Yazıcıoğlu, Rayegân Kender, Ergon Çetingil, Deniz Ticareti Hukuku, 16. baskı, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2020, s. 161. Karş. Bülent Sözer, Deniz Ticareti Hukuku, Cilt I, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2014, s. 101, 106 vd.

[13] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, s. 1190.

[14] Göğer, “Cer (Römorkaj) Mukavelesi”, s. 939.

[15] Göğer, a.y.

[16] Göğer, a.g.e., s. 940.

[17] Zilyet yardımcısı kurumu Türk Medenî Kanunu ile İsviçre Medenî Kanunu’nda yer almamaktadır. Bu kurum İsviçre’de öğreti ve içtihatla tesis edilmiştir (bkz. Pascal Pichonnaz, Bénédict Foëx, Denis Piotet, Commentaire Romand, Code Civil II, Art. 457-977, Basel, 2016, Art. 919, N. 36; Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, s. 63, dn. 49a.).

[18] Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, s. 62–63.

[19] Lâle Sirmen, Eşya Hukuku, 9. baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2021, s. 55.

[20] Göğer, “Cer (Römorkaj) Mukavelesi”, s. 940.

[21] Göğer, a.g.e., s. 941.

[22] Göğer, a.y.

[23] Yar. 11. HD, E. 2003/11461, K. 2004/5145, T. 10.05.2004 (çevrimiçi: legalbank.net, son erişim tarihi: 14.04.2022).

[24] Mehmet Ayan, Eşya Hukuk I, Zilyetlik ve Tapu Sicili, 9. baskı, Konya, 2013, s. 66.

[25] Eserinin ilgili bölümünden anladığımız kadarıyla Oğuzman taşıyıcının veya taşıyanın eşya üzerindeki hakimiyetini sadece başkası için zilyet olarak değerlendirmektedir (bkz. Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, s. 122–123.).

[26] Halûk Nami Nomer, Mehmet Serkan Ergüne, Eşya Hukuku, 7. baskı, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2019, s. 29. Demek ki bu görüş, asli zilyet ile fer’î zilyet ayrımının neşet ettiği ve TMK m. 974’de yer alan, “Zilyet bir sınırlı aynî hak veya kişisel hakkın kullanılmasını sağlamak için eşyayı teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur” şeklindeki düzenlemeyi geniş yorumlayarak, bir borcun ifası için teslim alınan eşya üzerinde de fer’î zilyet olunabileceğini ileri sürmektedir. Bu görüş, naçizane kanaatimizce de son derece yerinde ve kanunun ruhuna uygundur.

[27] İsviçre Federal Mahkemesi’nin içtihadından esinlenen Türk öğretisinde Oğuzman tarafından savunulan bir görüşe göre, elinde bulundurduğu mal bakımından hiçbir aynî hak veya kişisel hak iddia etmeyen kişiler ne asli ne de fer’î zilyettir. Bu kişilerin durumunu ifade etmek üzere, Türk ve İsviçre Medenî Kanunu’nda tanımlanmış olmayan  “başkası için zilyet” (possesseur pour autrui) kavramı ileri sürülmüştür. Bu kurum zilyet yardımcısından (auxiliaire de posession) farklıdır (bkz. Oğuzman, Seliçi, Oktay Özdemir, Eşya Hukuku, s. 61 dn. 45.). Öğretideki diğer bir görüş ise başkası için zilyet kavramını reddeder (bkz.Selâhattin Sulhi Tekinay, Eşya Hukuku, Cilt I, 4. baskı, İstanbul, Beta Yayıncılık, 1984, s. 64.).

[28] Tekinay, Eşya Hukuku, Cilt I, s. 63; Sirmen, Eşya Hukuku, s. 55.

[29] Sirmen, Eşya Hukuku, s. 55.

[30] İsviçre Federal Mahkemesi bir kararında (BGE 67 II, 19) işletmenin satış bürosu yöneticisini zilyet olarak nitelendirmiş ve ona İsviçre Medenî Kanunu’nun 895’inci maddesi (TMK m. 950) uyarınca hapis hakkı tanımıştır (naklen Sirmen, a.y.).

[31] Tekinay, Eşya Hukuku, Cilt I, s. 63; Sirmen, Eşya Hukuku, s. 55.

 

Paylaş