-->

BİR TASAVVUR OLARAK HAYVANLARA KİŞİLİK TANINMASI

Prof. Dr. İpek Sağlam

 

Modern hukuk sistemlerinde kişi kavramı söz konusu olduğunda bundan sadece insanlar anlaşılmaz. İnsanlar kişi olarak nitelendirildikleri gibi, toplum hayatının gereği olarak belirli niteliklere sahip insan ya da mal toplulukları da kişi olarak kabul edilir.

Peki bir varlığın kişi sayılıp sayılmayacağına kim karar verir? Bu konudaki kararı hukuk politikası ve dolayısıyla kanun koyucu verir. Yani şekli açıdan baktığımızda kişinin hukuk mantığının ve politikasının bir ürünü olduğunu ve elbette yapay bir varlık olduğunu görürüz. Yine bu yaklaşımla hak ehliyeti sahibi olmanın, kişi olarak kabul edilmenin doğayla bağlantılı olmadığı, eşya gruplarına, hatta hayvanlara da kişilik tanınmasının önünde bir engel olmadığı düşünülebilir.

Yine kendilerine başlı başına kişilik tanınan, belli bir amaca yönelmiş kişi ya da mal topluluklarına da tüzel kişiler denir. Tüzel kişilik kavramı toplum hayatının doğurduğu çeşitli gereksinimleri gidermek amacıyla meydana gelmiştir. Gerçek ve tüzel kişiler hak süjesi olma noktasında eşittirler. Hak sahibi olma ve borçlar altına girme yönünden ise bazı noktalarda farklıdırlar. Kişi ile birlikte kişinin hukuken korunmaya değer bulduğu, hukuki, manevi niteliklerinin tümü ise kişilik kavramını oluşturur.

Hayvanlara geldiğimizde ise onların en eski tarihlerden bu yana eşya olarak yani hakların süjesi değil, hakların konusu olarak sınıflandırıldıklarını görürüz. Peki hayvanlar canlı varlıklar olmaları dolayısı ile eşya dışında farklı bir nitelendirmeye tabi tutulabilirler mi? Hayvanlar eşya değil, kişi de değiller ise; en azından eşya ile kişi arası kendine özgü bir statüye sahip olamazlar mı? Kendine özgü eşya, yaşayan eşya, kişi benzeri veya kısmi hukuk öznesi olarak nitelendirilemezler mi? Klasik yaklaşıma göre sadece insanlar ve tüzel kişiler hak sahibi olabilirler. Hayvanlar ise sadece haklara konu teşkil edebilirler.  Hatta hayvanların hak sahibi olmaları ihtimali bile kimi yazarlarca akıl dışı olarak nitelendirilmektedir[1]. Oysa akıl dışı olan hayvanların hukuken sorumlu tutulmaları ve cezalandırılmalarıdır. Hayvanları sorumlu tutamayacaksak, borçlarından ya da haksız fiillerinden ötürü insanlar gibi sorumlu tutulmayacaklar ise hak sahibi de olamayacaklarını iddia etmek, yani sırf bu sebeple hiç bir şekilde kişi olarak kabul edilmeyecekleri ve hak sahibi olmayacakları sonucuna varmak biraz çelişkili değil midir? Zira gerçek kişi insanlar açısından da fiillerden sorumlu tutulmak ile hak sahibi olmak ayrı durumlardır. Fiillerinden sorumlu tutulamayan ancak hak sahibi olan tam ehliyetsizler için nasıl düşünmek lazımdır? Tam ehliyetsizlerin sorumluluğu çok istisnai durumlar dışında yoktur ancak bu onların hak ehliyetlerinin bulunduğu gerçeğini değiştirmez. Benzer şeyler tüzel kişiler açısından da söylenebilir. Kişilerden oluşan tüzel kişiler belki bu noktada çelişki yaratmaz ama tüzel kişiliği bulunan vakıflar açısından nasıl düşünmek gerekir? Hukuk düzeni gerekli gördüğünde belirli bir ideal amacı gerçekleştirmek amacıyla, bu amacı gerçekleştirmeye yetecek şekilde bir araya getirilmiş malvarlığı değerlerinin bütününe bile kişilik verebilmektedir.

Kanaatimce hayvanlara belirli özel durumlara özgü kısmi bir hak ehliyeti tanınması fikri, tam anlamı ile eşya olarak nitelendirebileceğimiz cansız varlıklardan oluşan ve içinde insan ögesi bulunmayan bir bütüne sırf hukuk politikaları gerekli gördüğü için ve çok eski çağlardan bu yana karşılaştığımız için kişilik tanımaktan daha akıl dışı olmasa gerek.

Hayvanların hukuki durumlarının gelişiminde benimsenebilecek yaklaşımlara göz attığımızda refah teorisi ve hak teorisi ile karşılaşırız. Refah teorisi hayvanları hak konusu olarak görmekte ancak onların yaşam şartlarını iyileştirmeyi ve gereksiz olarak acı çekmelerini engelleyici yasalara ulaşılmasını hedeflemektedir[2]. Bu anlayış doğrultusunda insan menfaatleri karşısında hayvan menfaatleri feda edilebilecektir. Ancak bu görüşü savunanlar hukuk kurallarının hayvanların acı çekmelerinin zorunlu olduğu ve vazgeçilemeyen bu alanların daraltılmasını sağlamak istemektedirler. Örneğin pek çok ülkede hayvan dövüşlerinin yasaklanması, hayvanların eğlence amaçlı kullanılmaları ve bu uğurda acıya maruz bırakılmalarının önlenmesi bu alanda yaşanan gelişmelerdendir. Hak teorisi ise hayvanların ahlaki açıdan insanlarla eşit muamele görmeyi hak ettikleri, hayvanların korunmasının insan menfaatleri ile çatışmaması şartına bağlı tutulmaksızın ulaşılması gereken bir amaç olduğu fikrinden yola çıkar[3]. Hayvanların en azından temel hakların öznesi haline getirilmesini ve bazı açılardan mutlak korunmasını savunan bir teoridir. Her iki teori doğrultusunda da hayvanlar arası tasniflere rastlarız. Hissetme yetisi (idrak kaabiliyeti) olan duyarlı hayvanlar (omurgalılar) ve bilimin geldiği nokta itibarı ile hissetme yetisine sahip olmadıkları kanısı yaratan hayvanlar (omurgasızlar)[4]

Türk Hukukunda hayvan eşya olarak kabul edilmekteyse de hayvan cansız bir varlık olan eşyadan farklıdır. Hayvan üzerinde malik olanların yetkileri bazı açılardan kısıtlanmıştır. Mevzuatımızda hayvanların eşyadan ayrıldığı bazı özel düzenlemeler mevcuttur. Örneğin: TMK madde 764/II uyarınca hayvanlar mülkiyeti saklı tutma sözleşmesine konu olmazlar; hayvan kirasına ilişkin TBK m. 376, 377 özel düzenlemeler mevcuttur; hayvan satışında ayıp ayrıca TBK m. 224’de yer alır; TMK m. 767’de sahipsiz eşyalardan farklı olarak TMK m. 768’de tutulan av hayvanlarının, ehlileştirilmiş hayvanların, arı oğlunun ne şekilde sahipsiz duruma geldikleri düzenlenmiştir. TMK madde 940/I’de ise hayvanlar üzerinde rehin kurulabileceği ayrı ca belirtilmiştir. Burada hayvanların eşyalardan farkı olmadığının ayrıca belirtilmesi gerekmiştir. Kanun koyucu hayvanı birebir eşya olarak görseydi ayrıca hayvanın da aynı muameleye tabi olacağını bir kez daha belirtmek zorunda kalmazdı. Yine 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu madde 82/III/c ve d uyarınca insanlar gibi hayvanlar üzerinde uygulanacak tedavi yöntemleri ve tedavi amaçlı olmaksızın hayvanlara acı çektirebilecek genetik kimlik değiştirme işlemleri patent koruması dışında bırakılmıştır. 2004 Sayılı İcra İflas Kanununun 83. Maddesinin b bendinde “hayvan hacizlerinde, anaları tarafından beslenme ve bakılmaya muhtaç olan yavruların analarından ayrı haczedilemeyecekleri ve bunların analarının da yavrularından ayrı haczedilemeyecekleri” hüküm altına alınmıştır. Yine burada da hayvanların canlı varlıklar olmaları sebebi ile eşya olmaları özelliklerine istisna getirilmiştir. 2004 tarihli ve 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda yer alan hükümlerin büyük bir kısmı hayvanların eşya olmadığına işaret etmektedir. Yine bu Kanunda evcil hayvan, sahipsiz hayvan, güçten düşmüş hayvan, yabani hayvan, ev ve süs hayvanı, kontrollü hayvan ve kesim hayvanı ayırımları yapılmıştır. Bu kanunda tüm hayvanların eşit doğduğu, ve kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahip oldukları düzenlenmiştir. Hayvanların korunması, gözetilmesi, bakımı ve kötü muamelelerden uzak tutulması için gerekli önlemlerin alınmasının esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Hayvanları Koruma Kanunu’nun 5. Maddesi uyarınca ev ve süs hayvanları sahiplerinin borcundan dolayı haczedilemeyeceklerdir. Yine aynı kanunun 13. Maddesine göre kanuni istisnalar ile tıbbi ve bilimsel gerekçeler ve gıda amaçlı olmayan, insan ve çevre sağlığına yönelen önlenemez tehditler bulunan acil durumlar dışında yavrulama, gebelik ve süt anneliği dönemlerinde hayvanlar öldürülemez. Bunlara aykırı davrananlara bu Kanun idari para cezaları uygun görmüştür[5].

En son ülkemizde 9 Temmuz 2021 tarihinde 7332 sayılı bir Kanun ile 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmıştır. Bu yeni Kanun ile  Hayvanları Koruma Kanununa göre nesli yok olma tehlikesi altında olan bir hayvanı öldüren kişi bir yıldan beş yıla kadar hasip cezası, nesli yok eden kişi beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Ev hayvanını ya da evcil hayvanı kasten öldüren altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile, hayvanlara cinsel saldırıda bulunan ya da tecavüz eden kişiler altı aydan üç yıla kadar hapis ve yüz günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılacaktır. Hayvanları dövüştüren kişiler üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra hayvanların kullanıldığı kara ve su sirkleri ile yunus parklarının kurulması yasaklanmıştır.

Almanya’da 20 Ağustos 1990’da Özel Hukukta Hayvanların Hukuki Durumunun İyileştirilmesine Yönelik Kanun ile Alman Medeni Kanunu ve Alman Medeni Usül Kanununda değişiklikler yapılmıştır. BGB paragraf 903’e 1990 yılında eklenen bir cümle ile hayvan malikinin, mülkiyet hakkından doğan yetkilerini kullanırken, hayvanları koruyan normları da dikkate almak zorunda olduğu düzenlemesi getirilmiştir. Alman Anayasasının  20a maddesi uyarınca devlet hayatın doğal varlıklarını ve hayvanları hukuk ve adalete uygun biçimde yasalar doğrultusunda koruyacaktır ve anayasal düzen bağlamında gerekli tüm icrai ve yasal tedbirleri alacaktır. BGB paragraf 251/2 uyarınca hayvana verilen zararı tazminle yükümlü tutulan kişi hayvanın tedavisi için yapılan masraf hayvanın değerini önemli ölçüde aşsa bile masraf orantısız olarak kabul edilmeyecektir şeklinde bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme ile tazmin edilebilir masrafın üst liminin eşyanın değeri olduğu genel kuralından hayvanlar lehine ayrılınmıştır. Bu hükmün hayvan ile sahibinin arasındaki bağa ilişkin menfaati korumayı amaçladığı ileri sürülmüştür. Ayrıca bu hüküm belirli bir hayvan kategorisine hasredilmemiştir yani ev hayvanları gibi çiftlik hayvanlarının da bu hüküm kapsamına gireceği ileri sürülmektedir. Alman Hayvanları Koruma Kanunu kural olarak tüm hayvanları dikkate almış ancak acı çekme yetilerini de göz önüne alarak farklı türler için dereceli bir koruma sistemi öngörmüştür. En geniş koruma ev hayvanlarına, sonraki sıra çiftlik hayvanlarına ve en son olarak da doğada serbest olan hayvanlara verilmiştir.

İsviçre Federal Anayasası’nın 80. Maddesinde ve 120. maddeleri de hayvanların korunmasını anayasal bir amaç haline getirmiştir. Bu sayede yasama yürütme ve yargı organlarına  kendi işlevlerini yerine getirirken anayasada düzenlenmiş olan hayvanları koruma amacına uygun hareket etmeleri yönünde bir yönlendirme yapılmıştır. Bu sayede anayasa ile teminat altına alınan hayvan menfaatleri, insan hak ve özgürlükleri ile çatıştığı durumlarda daha etkin biçimde korunabilecektir. İsviçre Borçlar Kanununda 2002 yılında getirilen değişikliklerle İBK madde 42 ve 43’de değişiklikler yapılmıştır. Kanun koyucu ev ortamında yaşayan ve yatırım amacı ya da ticari amaç güdülmeksizin bakılan hayvanların yaralanması ya da ölümü durumunda 42/3 uyarınca, bu hayvanların tedavisi için yapılacak masraflar hayvanın değerinden yüksek olması durumunda dahi hakim buna göre bir tazminat belirleyebilecektir. Bu da aynen demin Alman BGB da yapılmış olan düzenlemeye paralel bir düzenlemedir. Tazminat hukuku kurallarından hayvanlar lehine getirilmiş bir ayrılmadır. İBK madde 43’de ise ev ortamında yaşayan ve yatırım ya da ticari bir amaç güdülmeksizin bakılan bir hayvanın yaralanması ya da ölmesi durumunda hakimin tazminat tutarını belirlemede hayvanın ona sahip olan veya bakıcısı için taşıdığı duygusal değeri de uygun ölçüde dikkate alacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler de birlikte ele alındığında hayvanların diğer cansız eşyalar ile bir tutulmadığı görülecektir. Hayvanın tedavi masraflarının belirlenmesinde yapılan harcamalar ile hayvanın sahibi açısından ifade ettiği duygusal değer birbirlerinden ayrıştırılmıştır. Her iki düzenleme de ev hayvanları ve maddi kaygı güdülmeden bakılmakta olan hayvanlara ilişkindir. Hükümlerin amacı, maddi bir kaygı taşımadan bakılan hayvanlarla insan arasında gelişen duygusal bağı hukuken dikkate almaktır. Yine İsviçre Medeni Kanunu’nun 728. Maddesine göre yatırım ya da ticari amaçlarla bakılma durumları dışındaki ev hayvanları açısından kazandırıcı zamanaşımı süresi diğer taşınır eşyalarda olduğu gibi 5 yıl değil, iki ay olarak düzenlenmiştir. Burada da ev hayvanları ile insan arasında duygusal bağın hukuken korunmaya layık olduğu ve bu bağın iki ay gibi bir sürede kurulabileceği düşüncesinden yola çıkılmıştır. Hayvanlar bir kez daha diğer eşyalardan farklılaştırılmıştır. İsviçre 2002 yılında İsviçre Medeni Kanununa 641a maddesini eklemiş ve açıkça hayvanların eşya olmadıklarını düzenlemiştir. Yine aynı maddenin 2. Bendinde, hayvanlar için özel hükümlerin bulunmadığı durumlarda eşyaya ilişkin hükümlerin hayvanlar için de uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Bu revizyon ilkesel anlamda çok mühimdir. İsviçre Medeni Kanununa 2002’de eklenen 651 a maddesine göre, “yatırım ve ticari amaçlar dışında bakılan ev hayvanlarına kimin sahip olduğuna ilişkin uyuşmazlıklar söz konusu olduğunda hakim, hayvanın refahını sağlamak hususunda kim daha iyi koşullar sağlayabilecek ise hayvanın tek sahibi olarak o kişiyi tespit eder” denilmektedir.Yine aynı madde uyarınca, “mahkeme hayvanın mülkiyetini tanıdığı kişiyi, diğer tarafa uygun miktarda bir tazminat ödenmekle yükümlü tutabilecektir”. Ve maddenin en sonunda düzenlendiği üzere, “mahkeme dava esnasında özellikle hayvanın bakımı ile ilgili gerekli tüm tedbirleri alacaktır”. Boşanma neticesinde ortak çocukların velayetinin kime verileceğine benziyor değil mi? Ancak burada çocukların velayetinin belirlenmesindeki düzenlemeye aykırı olarak tarafların anlaşmasına öncelik verilir. Hakimin müdahale yetkisi kural olarak yoktur. Çocukların Velayetinin belirlenmesine benzer nokta ise, hayvanın üstün yararının hakim tarafından en üst noktada göz önünde bulundurulmasıdır.

Tüm bu düzenlemelerde hayvanlar hak süjesi olarak kabul edilmemekte ancak diğer eşyalardan farklı bir rejime tabi tutulmaktadır. Hayvanlar eşya olmaktan çıktı ise doğrudan kişi tasnifine mi gireceklerdir? Elbette hayır. Mevcut statükonun korunacağına ilişkin işaret, hayvanlara ilişkin özel bir düzenlemenin bulunmaması halinde yine eşya hükümlerine tabi olacaklarının düzenlenmiş olmasından anlaşılmaktadır. Ancak yine de hukuki metinler kapsamına hayvanların eşya olmaktan çıkarıldığının dahil edilmesi, hayvanların keyfi biçimde kullanılamaz olduklarının, insanın bencil ve tamamen ihtiyaç dışı çıkarları doğrultusunda yok edilemez olduklarının, yaşayan ve hisseden (belki de biz insanlardan çok daha yoğun biçimde) varlıklar olarak hukuk düzenleri tarafından artık bu gerçeğin göz ardı edilemeyeceğinin vurgulanması anlamına gelmektedir ve çok önemlidir. Kısacası hayvanlar artık eşya değildir ancak bazı durumlarda eşya gibi muamele göreceklerdir.

Hayvanlar kişi olarak kabul edilmediklerinden mirasbırakanların ölüme bağlı tasarrufları ile mirasçı olarak da atanamayacaklardır. Hayvanlar mirasçı olamayacakları gibi tereke kapsamında mirasbırakanın malvarlığı içerisinde kabul edilip mirasçılara diğer malvarlığı değerleri gibi intikal etmektedirler. Buna ilişkin olarak İsviçre Medeni Kanununun 482 maddesine 1 Nisan 2003 yılında yapılan bir Kanun değişikliği ile 4. Fıkra eklenmiştir. Bu düzenlemeye göre bir hayvan lehine ölüme bağlı tasarruf yapılmış ise bu tasarruf hayvanın ihtiyaçlarına uygun biçimde bakılmasına yönelik bir yükleme olarak kabul edilecektir. Yani bahis konusu ölüme bağlı tasarruf, hayvanı mirasçı atama ya da hayvan lehine belirli mal vasiyeti yapılması şeklinde gerçekleştirilmiş ise tahvil yolu ile bir yükleme olarak kabul edilerek ayakta tutulabilecektir. Bu düzenleme, aynı zamanda miras hukukunun  temel taşı olan favor testamenti ilkesi ile de uyumludur. Peki yükleme yerine getirilmediğinde bunu kimler dava edebilecektir? Her ilgili yüklemenin yerine getirilmesini isteyebilmelidir. Yani yüklemenin yerine getirilmesinde maddi ya da manevi menfaati olan herkes yüklemenin ifası için dava açabileceklerdir.

İsviçre, Almanya ve Türk hukukları üzerinden inceleme yaptığımızda getirilen yeni düzenlemelerin hayvanlar üzerindeki mülkiyet hakkından doğan yetkilerin kullanılmasını sınırlandırma amaçlı olduklarını görürüz. Hayvan hakları olarak nitelendirdiğimiz alan, kişinin ve devletin hayvan üzerindeki hakkının sınırında başlar. Bu alan aşıldığında hukuk düzeni caydırıcı yaptırımlarla buna uyulmasını sağlamalıdır. Gerçek ve tüzel kişilerin hayvanların hukuken korunan bu çıkarlarına uyması ve sınırlarını ihlal etmemesi gereklidir. Hayvan hakları kişilere yapmama borcu yükler. Hayvan haklarının sınırı ihlal edildiğinde herkes dava açabilmelidir zira hayvan haklarının korunmasındaki menfaat en başta onlarla aynı doğayı paylaşan insanın menfaatinden başka bir şey değildir.

Hayvanlara gerçek kişi ya da tüzel kişi gibi bir kişilik tanınması pek çok gerekçeyle reddedilebilir. Bunlar da haklı da olunabilir. Peki hayvanlara tanınacak hak ehliyeti yaşama, acı çekmeme, doğal ortamlarından koparılmama gibi haklarla sınırlı kalacak biçimde düzenlemez mi? Hak kavramının gelişimine baktığımızda iki temel teoriden bahsederiz. Menfaat teorisi ve irade teorisi. Menfaat teorisine göre hak hukuken korunan menfaattir. İrade teorisini basit şekilde ifade etmek gerekirse, bir kişinin başkalarının kendi iradesine uymalarını sağlayabildiği durumlarda hakkının mevcut olduğu söylenir. Her iki görüşte eksik kaldıkları için eleştirilirler. Ancak menfaat teorisinden yola çıksak ve hak olarak nitelendirmek için iradeyi aramasak belki de irade sahibi olmayan varlıklar olan hayvanların da hak sahibi olabileceklerini söyleyebilirdik. Hayvanların bazı hususlarda korunmalarında yüksek menfaatleri mevcuttur. Bir canlı varlığı sırf iradesi yok diye hak sahibi saymamak, ayırt etme gücü olmayan insanlara da hak ehliyeti tanımamak anlamına gelmez miydi? Sadece bu iddia ile hayvanlara hak ehliyeti tanınmaması, bana zayıf ve çelişkili gözükmektedir.

Boğa güreşleri, kürk için hayvanların öldürülmesi, sırf avcılık zevkinin tatmini için yaban hayvanlarının avlanması gibi insanın meşru sayılabilecek ihtiyaçları ile uzaktan yakından alakası olmayan, sadece insanın bencil zevklerinin tatminine yarayan tutumlara son verilmelidir. İnsanların meşru ihtiyaçları ile hayvanların korunması arasında adilane bir denge kurulmalıdır.

Yukarıda anlattığım tüm hususları ve yakın dönemlerde meydana gelen gelişmeleri, hayvanseverliği ile tanınmış Prof.Dr. İsmet Sungurbey’in daha 1993 yılında yazdıkları ile tamamlayalım[6]. Hayvanlara ilke olarak yaşam hakkı tanınmalıdır. Hayvanlar en azından bu açıdan hak ehliyetine kavuşturulmalıdırlar. Kölelerin dahi insan sayılmadığı, bu sebeple hak ve fiil ehliyetine sahip olmadıkları dönemlerden günümüz hukuk sistemlerine ulaşıldığına göre, hayvanların da bağımsız yaşama hakkı ve bununla sınırlı biçimde hak ehliyetleri olamaz mı? Elbette zorunluluk durumlarında insan hayatı söz konusu olduğunda hayvan hayatı feda edilebilecektir ancak en azından bunu özel durumlara indirgeyerek onların yaşam hakkını daha üst düzeyde koruyamaz mıyız? Devlet bir kurum vasıtası ile hayvanların yaşam hakkı söz konusu olduğunda bu kuruma Kayyımlık yetkisi tanıyamaz mı? Bu yönde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına da bir düzenleme eklenemez mi? Yavaş yavaş yapay zekaya bile kişilik tanınması mümkün mü değil mi diye tartışıldığı günümüzde bunu kısmen de olsa hayvan dostlarımıza tanımak çok mu mesnetsiz bir tasavvurdur?

 

Dipnotlar

[1] DURAL, M/ÖĞÜZ, T., Türk Özel Hukuku Cilt II Kişiler Hukuku, s. 8, İstanbul 2021.

[2] ÇELEBİ, Özgün, “Kişi ve Eşya Ayrımı Bağlamında Hayvanların Hukuki Statüsü”, İstanbul Hukuk Mecmuası, 76 (2), 2018, s. 564 (s. 559-622).

[3] AKKIAKHAND, I, “Legal Personality of Animals”, www.legalserviceindia.com/legal/article-364-legal-personality-of-animals.html, s. 2.

[4] KOÇHİSARLIOĞLU,C/SÖĞÜTLÜ ERİŞGİN, “Hayvanın Hukuki Konumu”, Yaşar Üniversitesi Elektronik Dergisi, Prof.Dr. Aydın Zevkliler’e Armağan, C.2, 2013-Özel Sayı, s. 1699 (s. 1691-1725).

[5] CUMALIOĞLU, E., “Medeni Hukukta Hayvan Hakları ve Hayvanlar Üzerindeki Hak”, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Şeref ERTAŞ’a Armağan, C.19, Özel Sayı-2017, s. 579 (s. 573-610).

[6] SUNGURBEY, İ, Öldürttüğümüz Hayvan Dostlarımız Biz İnsanları Bağışlayınız. Hayvan Hakları Bir İnsanlık Kitabı, İstanbul 1993, s. 143.

Paylaş