-->

HUKUKUN YAPISÖKÜMÜ ÜZERİNE BİR HİKÂYE: FULLMETAL ALCHEMIST

Ar. Gör. Doğukan Bingöl

 

Su: 35 lt, Karbon: 20 kg, Amonyum: 4 lt, Kireç: 1,5 kg, Fosfor: 800 mg,

Sodyum: 250 g, Potasyum: 100 g, Sülfür: 80 g, Florür: 7,5 g Demir: 5 g Silikon: 3 g…

Yetişkin bir insan vücudunun kimyasal yapısı bunlardan mürekkeptir. Ama modern bilim bu formülün tamamını bilmesine rağmen, şimdiye dek başarılı bir insan transmutasyonu gerçekleştirilememiştir.[1] 

 

Hiromu Arakawa’nın ünlü manga’sı Fullmetal Alchemist evreninden gelen bu simya formülünün bir hukuk bülteninde ne işi olabilir? Japon çizgi roman (manga) ve çizgi dizi (anime) dünyalarına aşina olmayan okurlar için bu soru kulağa mantıksız gelmeyebilir. Ancak alaycı üslupları ve bilindik kalıpların dışına çıkan mizah anlayışlarıyla manga ve onu yakından takip eden anime dünyası, ele alınan konuların “ciddiyeti” bakımından ne felsefeden geri kalır ne de hukuktan. Arakawa’nın, iki ayrı çizgi dizi başta olmak üzere birden fazla uyarlamaya kaynaklık eden mangası Fullmetal Alchemist de bu anlamda adalet, demokrasi, hukuk gibi kavramlara ilişkin farklı perspektiflerin karşı karşıya geldiği bir hikâye olarak çıkar okurun karşısına. Bu çerçevede, Arakawa’nın oluşturduğu evrende simyanın temel adımlarından biri olan yapısökümden hukuk kuramının da nasiplendiği söylenebilir bir ölçüde.

Örneğin, simyanın bir tür uygulamalı bilim olarak medeniyetin temel iticisi olduğu ve maddenin (belirli zorunluluklara yahut “yasa”lara tabi olarak) transmutasyondan geçirilip istenen şeyin birkaç saniye içinde inşa edilebildiği Fullmetal Alchemist evreninde insanı insan yapan şeylerin neler olduğu belirsizleşir, “insan” tanımı muğlaklaşır. Elric kardeşler, yasaklı bir simya transmutasyonuna kalkıştıklarında kaybettikleri vücutlarını (Alphonse tüm vücudunu, Edward bir bacağını kaybeder ama kardeşinin hiç değilse ruhunu geri getirebilmek için bir kolunu da feda eder) geri almak için atıldıkları macerada nelere şahit olmazlar ki? Mesleki hırsı için kızını ve eşini insan-hayvan karışımı bir tür olan chimera’la dönüştürebilen acımasız simyacılar, varlığını salt komşuları ve iç-düşman kabul ettikleriyle savaş üzerinden sürdürebilen militarist bir devlet, bu devletin simyacıları kullanarak yaptığı soykırımlar, bu yapıyı alaşağı etmek için gerçekleştirilecek bir askeri darbe, oyun içinde oyun ya da Dr. Marcoh’nun deyimiyle “hakikat içinde hakikat”[2].

Edward Elric, kayıp bedenlerini geri almanın tek çaresi olarak gördüğü felsefe taşı hakkında araştırma yapabilmek için halk arasında “ordunun köpekleri” olarak kabul edilen devlet simyacıları arasına katıldığında, yalnızca on-beş yaşında bir çocuktur. Giriş sınavında gösterdiği başarıya ve kayıp uzuvlarının yerine takılan çelikten, mekanik uzuvlara (auto-mail) istinaden “Fullmetal” lakabını alan Edward ve kardeşi Alphonse’un atıldığı bu macerayı izlerken insan bilincinin (ya da ruhunun) aktarıldığı boş zırhlara (Alphonse’un kendisi de böyledir), hayvan-insan karışımı chimera’lara, ve yapay üst-insanlar olan homonculus’lara rastlar okur.  Dolayısıyla, hukuka eleştirel yaklaşımlar[3] olarak isimlendirilebilecek geniş bir literatürün temel tartışma eksenlerinden birini gündeme getiren “insan nedir?” yahut “hakların öznesi kimdir?” soruları, hikâye boyunca arka planda tartışılan meseleler haline gelir.

Örneğin, ölen annelerini yeniden yaşama döndürmek için ağabeyi Edward’la birlikte kalkıştıkları transmutasyon sırasında bedenini kaybeden, dünya üzerindeki varlığı bu yüzden boş bir zırha ağabeyinin kanıyla çizilmiş mühre bağlı olan Alphonse Elric bir insan mıdır? Ya da ordunun daha dayanıklı askerler geliştirmek için giriştiği hayvan-insan yaratma projesinin ürünü olan, içerdikleri hayvanın özelliklerini gösteren chimera’lar artık birer insan olmaktan çıkmışlar mıdır? Peki ya neredeyse tüm uzuvları auto-mail eklentilerden oluşanlar ya da yalnızca felsefe taşı marifetiyle yaratılabilen, ancak bir insan “ruh”tan yoksun homonculuslar?

Hikâye boyunca, bu sorulara verilen cevabın insanı belirli bir figürle özdeşleştiren ve bu figürden yahut norma uygun olandan farklı olanları insan saymayan bir tavra uygun olduğu ima edilir: Alphonse Elric gibi bilinci fiziksel bedeninden ayırılarak başka bedenlere / zırhlara aktarılmış karakterler “insan” olmadıklarına inandırılmışlardır örneğin ve kendileriyle empati kurulmasına, düşmanları da olsa Elric kardeşler tarafından eşit kabul edilmelerine şaşırırlar bu ölçüde. Benzer biçimde, kayıp bedenlerine ulaşmak ve tamama ermek için her türlü tehlikeyi (başkalarının hayatını riske atmak hariç) göze alan Elric kardeşlerin hikayesi de bu cevabı tekrar eder görünür ilk bakışta. Ancak bir bütün olarak ele alındığında hikâyenin, soruyu farklı bir bağlama taşıyıp beklenmedik bir yerden cevapladığı söylenebilir.

Bu cevabın temeli, Elric kardeşler simya ustaları İzumi Curtis tarafından hayatta kalma testi için bir aylığına ıssız bir adaya bırakıldıklarında atılır. Karınlarını doyurmak için avlamak zorunda kaldıkları tavşana acıyıp onu bırakan Elric kardeşler, tavşanın bir anne tilki tarafından yavrularını beslemek üzere öldürülüşüne tanıklık ederler. Aydınlatıcı bir ders çıkarırlar bundan: Bir canlının ölümü, bir başkasının yaşamına dönüşmekte; sonlu parçalar kendi sonlarına erişirken varlık ve yaşamın akışı sonsuzca devam etmektedir. Tüm bu sonsuzluk içerisinde ne tavşanın ne de kendi yaşamlarının gerçekten bir önemi vardır onlara göre. Önemli olan birbirine pek çok zorunlulukla bağlı olan parçaların bir araya getirdiği bütündür. “Parçalar bütündür, bütün parçalardır.” Eninde sonunda ölüp onu oluşturan elementlere ayrışacak olan insan da bu parçalardan biridir ve diğer parçalarla ortaklaştığı kaçınılmaz zorunluluk, varlığını sürdürme arzusundan başka bir şey değildir aslında.

Bu çerçevede hikâye insan nedir yahut “kimseleri bir eşit olarak muamele edilmeye layık kılan nedir” sorusunu yapısöküme uğratır ve insanı, diğer tüm varlıklarla ortaklaştığı varlığını sürdürme arzusu ya da “varolma direnci” üzerinden yakalar[4]. Bütünü oluşturan tüm parçalar bu dirençte birleştiğine göre, insanı insan yapan bir öz bulunmadığı gibi insanı diğer varlıklar karşısında üstün kılan bir yönü de yoktur ve varlığını anlamlandırdığı müddetçe kişinin/şeyin insan olup olmadığı önemli de değildir. O halde kimseleri değerli kılan, onları birer yoldaş olarak kabul edilmeye layık kılan ve ne olduklarını belirleyen şey kişiliklerini durmaksızın şekillendiren davranışları ve varlığını sürdürme zorunluluğunun üstesinden gelmek için yaptıkları seçimlerdir yalnızca[5].

Bu cevaba uygun bir biçimde, felsefe taşını bulma amacıyla ilerleyen hikâye, alışılagelmiş iyi-kötü ikiliğini ve bu kutuplara atfedilen kavramlar silsilesini alt üst eder: hukuk ve devletin adaletle ilişkisi ters yüz edilir ve bunlar adaletsizliğin kurumsal taşıyıcılarına dönüşür; azılı seri katiller, intikamcı teröristler mücadele arkadaşlarına dönüşür ve tüm hikaye boyunca insanı belirli bir öz üzerinden değil, somut durumlarda yapmak zorunda kaldığı tercihleri ve davranışları üzerinden ele alan bir anlayış kurulur. Ancak bu yaklaşım, insan olmayı önemsizleştirip hakların öznesi kimdir tartışmasını bütünü oluşturan tüm parçaları kapsayacak bir şekilde yapısöküme uğratmakla kalmaz. Zira “Parçalar bütündür, bütün parçalardır” postulatı, aynı zamanda parçalardan bazılarını başka parçalar uğruna sömürmeye ve yok etmeye teşne bir öğreti olarak da algılanabilir.

Bu öğreti, panteist felsefenin seçkinci yorumlarında olduğu gibi[6], varlığın yasasını kavradığını iddia eden parçaların, bütünün hâkimi olma iddiasına temel oluşturmak için de kullanılabilir zira. Benzer şekilde, hikâyenin geçtiği kurmaca ülke Amestris hükümetinin üst düzey yöneticileri de, kendilerine tüm halkı kurban ederek ölümsüzlüğe ulaşma planları sorulduğunda, insanlığın ilerlemesi ve bütünün faydası için parçaların feda edilebileceği yönünde cevap verirler. Öyleyse Fullmetal Alchemist’te kurulan mücadele sahasının, ilgili postulatın iki ayrı okumasının mücadelesine sahne olduğu da söylenebilir.

Tekil parçaların önemsizliğinden yola çıkarak onların önemini kavrayan Elric kardeşler ve isyancı / devrimci figürler cephesine karşı, parçaların önemsizliğini onları başka parçalar uğrunda yok etme hakkı olarak gören homunculus – hukuk – devlet cephesi. Tabii bu zıtlık kuramsal planda değil, hikâyenin tamamına yayılan mücadele sürecinde ve eylem alanında çözülecektir Fullmetal Alchemist’te. Bu mücadele sürecinde, “Parçalar bütündür, bütün parçalardır” postulatı Elric kardeşlerin okumasıyla birlikte hem kendilerinin hem de başka parçaların zorunluluklarını anlama çabasına ve bunların gereğini dayanışma içerisinde yapmaya yönelik bir mücadele pratiğine dönüşür. Bu yönüyle ele alındığında Fullmetal Alchemist hukuka, devlete ve haklara dair geleneksel algıların oldukça sürükleyici ve eğlenceli bir hikâye içerisinde sorgulandığı güncel bir eleştirel metin olarak da okunabilecektir.

 

Kaynakça

Akal, Cemal Bâli, Varolma Direnci ve Özerklik – Bir Hak Kuramı İçin Spinoza’yla, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2010.

Arakawa, Hiromu, Fullmetal Alchemist, Cilt 1 (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

Arakawa, Hiromu, Fullmetal Alchemist, Cilt 2 (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

Arakawa, Hiromu, Fullmetal Alchemist, Cilt 11 (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

Binder, Guyora, “Critical Legal Studies”, A Companion to Philosophy of Law and Legal Theory (ed. Dennis Patterson), Blackwell Publishers, Cornwall 2000.

[1] Hiromu Arakawa, Fullmetal Alchemist, Cilt 1: “The Two Alchemists”, (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

[2] Elric kardeşlere felsefe taşına ulaşabilmeleri için kayda değer ilk ipucunu veren Dr. Marcoh, Ishbal soykırımında yer almış bir simya araştırmacısıdır ve savaş alanında gördüğü şeylerden sonra kimliğini gizleyip kayıplara karışmıştır. Felsefe taşının yapımıyla ilgili araştırmalara dair ipucunu paylaşırken “hakikatin içindeki hakikate” bakmasını öğütler Edward’a; Hiromu Arakawa, Fullmetal Alchemist, Cilt 2, Bölüm 8: “The Road of Hope”, (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

[3] Hukuka eleştirel yaklaşımlar, hukuku ve hukuk kuramını birçok farklı perspektif üzerinden eleştiriye açan ve analiz eden, adı daha çok “Critical Legal Studies”  bilinen ama bugün sınırları bununla sınırlanamayacak geniş bir disiplinlerarası saha olarak tarif edilebilir. Söz konusu sahayı A.B.D.’de ortaya çıkan “Critical Legal Studies” çalışmaları üzerinden ele alan bir giriş metni için bkz. Guyora Binder, “Critical Legal Studies”, A Companion to Philosophy of Law and Legal Theory (ed. Dennis Patterson), Blackwell Publishers, Cornwall 2000.

[4] Cemal Bali Akal’ın Spinoza okumasından ve özellikle conatus’u, biraradalığı varlığın kendisini oluşturan canlı-cansız tüm parçaların varolma ısrarı olarak anlayan yorumlayış biçiminden hareket ediyorum, bkz. Cemal Bâli Akal, Varolma Direnci ve Özerklik – Bir Hak Kuramı İçin Spinoza’yla, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2010, s. 156.

[5] Hiromu Arakawa, Fullmetal Alchemist, Cilt 11, Bölüm 44: “The Unnamed Grave” (çev. Akira Watanabe), Yen Press, New York, 2005.

[6] Yine, Akal’ın Spinoza okumasından, ama özellikle Spinoza’nın seçkinciliğe karşı duran yorumundan hareket ediyorum, bkz. Akal, s. 76.

 

Paylaş