-->

İNSAN HAKLARI AVRUPA MAHKEMESİ PERSPEKTİFİYLE IRK YA DA DİN TEMELLİ NEFRET SÖYLEMİ

Dr. Öğr. Üyesi Aysun Altunkaş

 

Tanım Sorunu

Sosyolojik olarak nefret suçlarının ön aşamasını oluşturan ve muhataplarına toplumda size yer yok mesajı verip, bu yolla grup üyelerini sessizleştiren ve pasifleştiren nefret söylemi[i] kavramı, uygulamada yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bununla birlikte tıpkı nefret suçlarında olduğu gibi, bu kavramın da üzerinde uzlaşılmış bir tanımı bulunmamaktadır. İç hukuk düzenlemeleri ile nefret söylemini suç olarak kabul eden ülkeler bulunsa da, bu yasal düzenlemelerde de nefret söylemi teşkil ettiği kabul edilen düşünce açıklamalarının farklılık gösterdiği görülmektedir. Bununla birlikte kavramın üzerinde en çok uzlaşılan tanımı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 97 (20) sayılı Tavsiye Kararı’nda yer almaktadır.  Bu tanıma göre nefret söylemi, “Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden, azınlıklara, göçmenlere ve göçmen orijinli insanlara karşı saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik[ii], ayrımcılık ve düşmanlık da dahil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, destekleyen veya savunan her türlü ifade biçimidir”. Dolayısıyla nefret söyleminin, birey veya belirli bir grubu grup kimliği nedeniyle hedef alan söylemler olarak tanımlanabilmesi mümkündür[iii].

Bu tanım doğrultusunda nefret söylemi, ırkçı nefretin ya da dini temelli nefretin teşvik edilmesi, saldırgan milliyetçilik, etnik merkezcilik dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimin yayılması gibi birçok durumu kapsamaktadır. Bu doğrultuda ırkçı nefret kavramı ile kast edilen, bir ırka aidiyet nedeniyle bireye ya da bir gruba karşı duyulan nefrettir. Farklı bir dine inanılması nedeniyle bireye ya da gruba duyulan nefret ise, dini temelli nefrettir. Bunun gibi inananlar ve inanmayanlar arasındaki ayrım kaynaklı nefretin teşvik edilmesi de bu kapsamda görülebilir. Son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yukarıda anılan Tavsiye Kararı’ndaki nefret söylemi tanımından hareketle, özellikle saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimlerinin yayılması sonucunu doğurabilecek nitelikteki açıklamalar da nefret söylemi kapsamında değerlendirilmektedir. Yine Tavsiye Kararı’ndaki tanımda açıkça ifade edilmese de, cinsel kimlik ya da cinsel yönelim kaynaklı ifadelerin de nefret söyleminin bir parçası olarak değerlendirilmesi mümkündür[iv].

Irk ya da Dini Temelli Nefret Söylemi İfade Özgürlüğü Korumasından Yararlanabilir mi?

Nefret söylemi ya da ırkçı düşünce açıklamaları, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinde kategorik olarak ifade özgürlüğünün kapsamı dışında bırakılmamıştır. Ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylara, Yahudi, Çingene ve engellilere yönelik soykırım faaliyetlerine yollamada bulunarak, bu tür düşünce açıklamalarının, ifade özgürlüğü korumasından yararlandırılmamasını kabul etmektedir. Bu doğrultuda Mahkeme, savaş propagandası, ayrımcılık, ırkçı söylem gibi nefret içerikli düşünce açıklamalarının, Sözleşme’nin 17. maddesi doğrultusunda hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ifade ederek, bu düşünce açıklamalarını 10. maddenin norm alanı kapsamında görmeme eğilimindedir[v]. Mahkeme’nin bu yaklaşımının, ifade özgürlüğünün “olumlu” yönde sınırlanması niteliğinde olduğu ifade edilmektedir[vi].

Mahkeme’ye göre; ırkçı düşünce açıklamaları, nitelikleri gereği kamu düzenini bozucu özellik gösterip, başkalarının hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, bu tür düşünce açıklamalarının kısıtlanmasına yönelik müdahalelerle ilgili Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlali iddiaları, başvurunun esasına girilmeden ve bu açıklamalara bağlı olarak kamu düzeninin ya da başkalarının haklarının korunması bakımından somut bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı araştırılmadan, “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” ya da “hakkın kötüye kullanıldığı” gerekçesiyle reddedilmektedir[vii].  Ancak Mahkeme’nin az sayıda da olsa, ırkçı düşünce açıklamalarının kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması noktasında bir tehlike yaratıp yaratmadığını dikkate aldığı ve bu tür düşünce açıklamalarını, ifade özgürlüğünün norm alanında görmeyen yerleşik içtihadından ayrıldığı izlenimi veren bazı kararları da bulunmaktadır[viii].

Mahkeme’nin bu az sayıdaki kararı bir yana bırakılacak olursa, Mahkeme’nin Sözleşme’nin 17. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanılması niteliğinde görerek, ifade özgürlüğünün norm alanı dışında kaldığını kabul ettiği ırk temelli nefret söylemi ile ilgili yerleşik içtihadının, anti-semitik düşünce açıklamalarına yönelik müdahaleler nedeniyle önüne taşınan davalar ile birlikte şekillenmeye başladığı görülmektedir.  Negasyonizm[ix] ve revizyonizm[x] olmak üzere iki ana akım altında toplanan anti-semitik düşünce açıklamaları bakımından, II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından Yahudilere yönelik olarak uygulanan soykırımın inkarı başta olmak üzere, soykırımda gaz odaları gibi bazı yöntemlerin kullanıldığının kabul edilmemesi ya da soykırım sırasında hayatını kaybedenlerin sayısının daha az olduğunun ileri sürülmesi gibi ifadeler bu kapsamda görülmektedir[xi]. Yine internet aracılığıyla işlenen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının suç haline getirilmesi amacıyla hazırlanan, Avrupa Siber Suç Sözleşmesine Ek Protokol’ün[xii] 6. maddesi ile, taraf devletlerin, kasten ve haksız olarak yapıldığında; uluslararası hukuk tarafından tanımlanan ve 8 Nisan 1945 tarihli Londra Antlaşmasıyla kurulan Uluslararası Askeri Mahkemenin veya ilgili uluslararası belgelerle kurulmuş ve yetkisi taraf devletlerce kabul edilmiş başka bir uluslararası mahkemenin son ve bağlayıcı kararları ile işlendiği kabul edilmiş insanlığa karşı suçları veya soykırımı inkar eden, kaba bir biçimde hafife alan, onaylayan ya da haklı gösteren ifadelerin internet aracılığıyla kamuya iletilmesini suç haline getirmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda Protokol’ün Açıklayıcı Raporu’na göre, II. Dünya Savaşı sırasında işlenen suçları inkar eden veya haklı gösteren düşünceleri açıklayan kişilerin, yargı makamları karşısında, bu düşünceleri bilimsel bir çalışmanın ürünü olarak sunduklarına dair savunmalarında da geçerlilik bulunmamaktadır. Zira bu kişilerin gerçek amacı, soykırımın arkasındaki siyasi sistemi desteklemek ve cesaretlendirmektir. Bu nedenle bu tip bir yayının akademik çalışma veya bilimsel araştırma niteliğinde olduğu savunmasının, Protokol’ün 6. maddesi bakımından hukuka uygunluk sonucunu doğurmayacağı ifade edilmektedir[xiii]. Bütün bu gerekçeleri dikkate alan Mahkeme, anti-semitik düşünce açıklamalarının kısıtlanmasına yönelik müdahalelerle ilgili, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlali iddialarını, başvurunun esasına girmeden ve bu açıklamalara bağlı olarak kamu düzeninin ya da başkalarının haklarının korunması bakımından somut bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığını araştırmadan, “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” ya da “hakkın kötüye kullanıldığı” gerekçesiyle reddetmektedir[xiv]. Yine açık bir şekilde ortaya konulmuş tarihi gerçeklerin inkarının da, bilimsel ya da tarihi araştırma oluşturmayacağı şeklindeki ifadelerle Mahkeme kararlarına yansıdığı görülmektedir[xv].

Öte yandan Mahkeme ırkçı görüşleri, ifade özgürlüğünün norm alanı kapsamında görmeyen yerleşik içtihadını genişletme eğilimi göstermektedir. Bu doğrultuda Mahkeme, aktarılan değerlendirmesini, Avrupa ülkelerinde çalışan yabancı kökenli işçilerin ülkeden kovulmasına yönelik yabancı düşmanlığı (xenophobia) içeren açıklamalar bakımından da yapmaya başlamıştır. Buna göre; anti-semitik düşünce açıklamaları gibi, yabancı düşmanlığı içeren açıklamalar da, Avrupa ülkelerinde yaşayan yabancıların, özgürlük, eşitlik ve güvenlik içerisinde bir hayat sürmesine engel olmaktadır[xvi].

Bununla birlikte bir yayının, Sözleşme’nin 10. maddesinin norm alanı kapsamına çıkartılabilmesi için bu yayınların amacının ırkçı düşünceleri yaymak olması aranmakta; söz konusu yayınların amacının ırkçı düşünceleri yaymak değil, ırkçılık ya da ırkçı eğilimler hakkında kamuoyunun bilgi sahibi olmasını sağlamak olduğu hallerde, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu katı tutumunu yumuşattığı ve bu tür yayınların kısıtlanması sonucunu doğuran müdahaleler söz konusu olduğunda 10. maddenin ihlal edildiği sonucuna vardığı görülmektedir. Mahkeme bu husustaki değerlendirmesini, Jersild – Denmark davasında yapmıştır. Davaya konu olayda Kopenhag’da yaşayan gazeteci Jan Olaf Jersild, kendilerini “the Greenjackets” olarak isimlendiren ırkçı bir grubun üç temsilcisi ile röportaj yapmıştır. Röportaj sırasında örgüt mensuplarının, siyahi kökenlilere yönelik olarak “onlar insan değil, hayvan”; “… bu durum diğer yabancı kökenli çalışanlar için de geçerli, Türkler, Yugoslavlar ya da her ne deniyorsa işte”; “…bir gorilin resmini al, adamım, sonra da bir zenciye bak, beden yapısı ve her şey aynı…” gibi ifadeler kullanmaları ve bu ifadelerin aynen yayınlanması üzerine, gazeteci Jersild, Danimarka Ceza Kanunu’nun 266 b maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle bin Danimarka Kronu para cezası ödemeye ya da beş gün hapis cezasına mahkum edilmiştir. İç hukuk yollarının tüketilmesi üzerine dava, gazeteci Jersild tarafından, bu mahkumiyet kararı nedeniyle Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin önüne taşınmıştır. Mahkeme, bu tür düşünce açıklamalarının bir röportaj sırasında dile getirilmesi durumunda, söz konusu açıklamaların kamuya ulaşmasına aracılık eden basın mensubunun, ırkçı düşünceleri yaymak gibi bir kötü niyetinin olduğunun ispat edilemediği durumlarda, o basın mensubunun ifade ve basın özgürlüğünün korumasından yararlanmaya devam edeceğine hükmetmektedir[xvii].

Irkçı düşünce açıklamaları gibi dini ayrımcılık temelli düşünce açıklamaları da nefret söylemi kapsamında değerlendirilmekte ve bu yönüyle 17. madde uyarınca hakkın kötüye kullanılması sayılarak 10. madde korumasından yararlandırılmamaktadır. Bu doğrultuda Komisyon’un Müslümanlara yönelik dini nefret temelli düşünce açıklamalarını bu kapsamda değerlendirerek kabul edilemezlik kararı verdiği ilk başvuru, Norwood-United Kingdom Başvurusu’dur. Karara konu olayda başvurucu, 11 Eylül saldırılarını takiben, bölge organizatörü olduğu İngiliz Ulusal Birlik Partisi tarafından kendisine verilen ve İkiz Kuleleri alevler içerisinde gösteren 60X38 cm ebatlarındaki büyük bir posteri birinci kattaki evinin penceresine asmıştır. Kasım 2001’den, polisler tarafından kaldırıldığı 9 Şubat 2002 tarihine kadar evin penceresinde asılı kalan posterde, bu görselin yanında “İslam Britanya’dan Dışarı – İngilizleri Koru” ifadelerinin yanında, üzerinde çarpı işareti bulunan bir ay ve yıldız sembolü yer almaktadır. Dini bir gruba karşı ağır düşmanlık iddiasıyla açılan davada başvurucu, suçlu bulunmuş ve para cezasına mahkum edilmiştir. Bu mahkumiyet kararıyla, Sözleşme’nin 10. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuru üzerine Mahkeme, posterde kullanılan görsel ve ifadeleri de göz önünde bulundurarak, bir dini grubun tamamının, bu ağırlıkta bir terörist eylemle bağlantılandırılması suretiyle, bir dini gruba böylesine şiddetli ve genel bir saldırıda bulunulmasının, hoşgörü, toplumsal barış ve ayrımcılık yapmama ilkeleri başta olmak üzere, Sözleşme’de düzenlenen ve güvence altına alınan değerlerle bağdaşmadığını ifade etmiştir. Bu doğrultuda başvuru sahibinin söz konusu posteri evinin penceresine asmasının, 17. madde kapsamında değerlendirilebilecek olan bir eylem olup, Sözleşme’nin 10 ya da 14. maddelerinin korumasından yararlandırılamayacağına hükmetmiştir[xviii].

Dini Nefret Düzeyine Ulaşmayan Düşünce Açıklamaları Bakımından Durum

Dini nefret düzeyine ulaşmamakla birlikte dini değerleri aşağılayan düşünce açıklamaları bakımından ise ayrı bir değerlendirme yapılmaktadır. Buna göre; tıpkı genel ahlak gibi, dini değerler bakımından da Avrupa genelinde ortak bir din anlayışı olmadığından, Mahkeme, dini değerlerin korunması amacıyla getirilen sınırlamalarda taraf devletlerin geniş bir takdir alanına sahip olduğunu kabul etmektedir. Dini değerler bakımından Mahkeme, düşünce açıklamalarının dine hakaret içerdiğinin tespit edilmesi halinde, bu tip düşünce açıklamalarına yönelik müdahaleleri, başkalarının haklarının korunmasına yönelik olarak alınmış tedbirler kapsamında görerek, Sözleşme’nin 10. maddesine aykırı bulmamaktadır[xix]. Aslında dinin korunması, Sözleşme’nin 10. maddesinde sayılan ve ifade özgürlüğünün sınırlanmasında dayanılabilecek meşru nedenler arasında yer almamaktadır. Ancak din özgürlüğü, Sözleşme’nin 9. maddesinde bağımsız bir özgürlük olarak koruma altına alınmıştır.   Mahkeme burada, inananların dini inanışlarına saygı gösterilmesinin 9. madde ile güvenceye kavuşturulduğunu; dini figürlerin provokatif bir şekilde tasvir edilmesinin, demokratik bir toplum düzeninin temel değerlerinden olan hoşgörüyü kötü niyetli bir şekilde ihlal ettiğinden, Sözleşme’nin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu nedenle de dini inanışları ihlal eden düşünce açıklamalarına yönelik tedbirlerin 10. madde düzenlemesi göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmektedir[xx]. Ancak bu noktada da kullanılan ifadelerin eleştiri sınırını aşarak, hakaret ya da aşağılama boyutuna ulaşması aranmaktadır. Bu değerlendirme yapılırken de konuya söz konusu dine inananların bu ifadeler karşısında ne hissettikleri üzerinden sübjektif bir değerlendirme yapılması suretiyle yaklaşılmamakta, objektif bir değerlendirme yapılarak bu ifadelerin eleştiri sınırını aşıp aşmadığının tespit edilmesi gerekmektedir[xxi]. Mahkeme’nin bu yorumu doğrultusunda, dinin korunması, 10. maddede sınırlama nedenleri arasında sayılan “başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” nedeni kapsamında görülerek, dolaylı olarak sınırlama nedenleri arasında kabul edilmektedir[xxii].

Dini Değerlerin Korunmasına Yönelik Yaklaşım İnanmayanları da Kapsar mı?

Mahkeme’nin kararlarında konuya inananların dini inanışlarına saygı gösterilmesini esas alarak yaklaşması ve bu inanışları ihlal eden düşünce açıklamalarına yönelik getirilebilecek sınırlamalar konusunda, devletin geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu kabul ederken[xxiii]; aynı yaklaşımı laik kesimin benimsediği değerlere yönelik ihlaller karşısında göstermemesi eleştirilere konu olmaktadır[xxiv]. Zira Mahkeme, canlı yayın sırasında kullanılan “Laiklik dinsizliktir, demokratiklik dinsizliktir”, “resmi nikahtan doğan çocuklar piçtir” şeklindeki ifadelerin laik değerlere bağlı kesimlere yönelik hakaret ve haksız saldırı niteliğinde olduğunu kabul etmekle birlikte, bu sözlerin düzeltme yapma olanağı olmayacak şekilde canlı yayında bir tartışma programında söylenmiş olması ve şiddete çağrı niteliğinde olmaması gerekçesinden hareketle, bu ifadeler nedeniyle başvurucu hakkında cezaya hükmedilmesinin Sözleşme’nin 10. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir[xxv].

Mahkeme’nin, benzer değerlendirmeleri Nur Radyo ve Televizyon Yayıncılığı A. Ş. – Türkiye davasında da yaptığı görülmektedir. Karara konu olayda, İzmit Depremi’nin ardından 26 Ağustos 1999 tarihinde, bir dini cemaat temsilcisi, “Sohbet” isimli radyo programında, bu depremin Allah düşmanlarına bir ikaz olduğu, günahlarının kurbanı olan inançsızların ölmelerini Allah’ın takdir ettiği şeklinde bazı ifadeler kullanmıştır. Bunun üzerine radyo hakkında, RTÜK tarafından 180 gün süreyle yayın durdurma cezası verilmiştir. Yürütmenin durdurulması ve iptali istemiyle yapılan başvuruların reddedilmesi üzerine, dava konusu olay İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin önüne taşınmış ve Mahkeme, yapmış olduğu değerlendirme sırasında, bu sözlerin ağır olduğunu ve son derece hassas bir ortamda sarf edildiğini ve bir doğal afete dini bir anlam yükleyerek, batıl inancı, hoşgörüsüzlüğü ve gericiliği telkin etmek suretiyle kendi inancını yayma niteliği taşıdığını kabul etmiştir. Bununla birlikte söz konusu ifadelerin, şok edici ve hatta hakaretamiz olsalar da, şiddete teşvik etmediği ve kendi dini cemaatine mensup olmayan kişilere karşı kine kışkırtma niteliğinde olmadığı gerekçesiyle, hükmedilen 180 günlük yayın durdurma cezasının amaçla orantılı olmadığına, bu nedenle de Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır[xxvi]

Din ve vicdan özgürlüğünün, dini değerlere inanmak kadar inanmamayı da güvence altına alan bir özgürlük olduğu dikkate alındığında, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacının, laik değerleri benimseyen kesimler için de göz önünde bulundurulması gerektiği ve dini değerlerin korunmasında gösterilen hassasiyetin, laik değerlerin korunmasında da dikkate alınması gerektiği açıktır.  

 

Dipnotlar

[i] Hakan Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele Almak: Etik, Sosyo-Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak Nefret Suçları”; içinde, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları,  Derleyen: Yasemin İnceoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012, 68; Fethiye Çetin, “Yargı Söylemi ya da Hukukun Hakikati”; içinde, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, 126; Yasemin İnceoğlu / Ceren Sözeri, “Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu: Ya sev ya terk et ya da ...”; içinde, Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, Derleyen: Yasemin İnceoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012, 24.

[ii] Kişinin kendi toplumunu ve onun değerlerini merkeze alarak ve yücelterek dünyayı ve başka insan ve toplumları anlamlandırması, onlara değer biçmesidir. http://antroposozluk.blogspot.com.tr/2013/04/etnik-merkezcilik.html, (Erişim Tarihi: 20.10.2021).

[iii] Anne Weber, Manuel on Hate Speech, Council of Europe Publishing, France 2009, 3.

[iv] Weber, 4. İHAM’ın cinsel yönelim kaynaklı ayrımcılığın, ırk, köken ya da renge dayalı ayrımcılık kadar önemli olduğu; homofobik söylemler içeren düşünce açıklamalarına yönelik müdahalelerin, başkalarının haklarının korunması gerekçesiyle, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlali olarak görülmeyebileceği yönündeki değerlendirmeleri için bkz. Vejdeland and Others – Sweden, 09.02.2012, App. No: 1813/07, hudoc.echr.coe.int, E.T. 21.11.2021.

[v] Ulaş Karan, “İfade Özgürlüğü Hakkı”, içinde; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Kapsamında Bir İnceleme, (Der. Sibel İnceoğlu), Beta Yayımcılık, İstanbul 2013, 358 vd.

[vi] Karan, 358 vd.

[vii] Oktay Uygun, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Hukukunda İfade Özgürlüğünün Sınırlanması”, içinde; Kamu Hukuku İncelemeleri, İnsan Hakları, Demokrasi, Hukuk Devleti, Egemenlik, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2011, 142, 143. Aynı yönde bkz. Ebru Yavuz Yayla, Basın Özgürlüğü ve Milli Güvenlik Kapsamında Sınırları, Adalet Yayınevi, Ankara 2019, 38.

[viii] Lehideux ve Isorni - France,  23.09.1998, App. No: 24662/94, par. 37, 55, 58, hudoc.echr.coe.int, E.T. 04.05.2021.

[ix] Genel olarak, Yahudilere yönelik soykırımın inkar edilmesi anlamına gelen negasyonizmin, revizyonizme göre daha az bilimsel bir akım olduğu yönünde bkz. Özden Çankaya/Melike Batur Yamaner, Kitle İletişim Özgürlüğü, Turhan Kitabevi, Ankara 2006, 64.

[x] Tarihi revizyonizm, tarihi gerçeklerin, resmi otoriteler tarafından kabul edildiği sürece tarihi gerçek olarak nitelendirildikleri iddiasından hareketle bu gerçeklerin tartışılabilir ve bunlarla çelişen iddiaların ileri sürülebilir olduğunu savunan görüşe verilen isimdir. Bu doğrultuda, bir düşüncenin resmi otoritelerin tarihi gerçek olarak niteledikleri bilgilerin yanlışlığını ileri sürmesi yani revizyonist olması nedeniyle yasaklanmasının kabul edilemez olduğu yönündeki tespit ve değerlendirmeler için bkz. Ulysse Korolitski, “Should Revisionism be Supressed because It is Wrong?”, Raisons Politiques, Vol.: 63, Issue: 3, 2016, Cairn Info International Edition, cairn-int.info, E.T. 13.04.2021.

[xi] Garaudy – France,  24.06.2003, App. No: 65831/01; Witzch – Germany, 13.12.2005, App. No: 7485/03; Pavel Ivanov – Russia, 20.02.2007, App. No: 35222/04, hudoc.echr.coe.int, E.T. 05.05.2021.

[xii] 28 Ocak 2003 tarihinde imzaya açılan protokol, 1 Mart 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye de söz konusu Ek Protokolü, 19 Nisan 2016 tarihinde imzalamıştır, ancak Protokol iç hukukumuz bakımından henüz yürürlüğe girmemiştir. Protokol metni ve imzacı ülkeler hakkında bilgi için bkz. https://www.coe.int/en/web/conventions/full-list/-/conventions/treaty/189, E.T. 21.04.2021.

[xiii] Explanatory Report, par. 39, https://rm.coe.int/CoERMPublicCommonSearchServices/DisplayDCTMContent?documentId=0900001680989b1c, E.T. 21.04.2021.

[xiv] Mahkeme’nin bu değerlendirmesi için bkz. Garaudy – France,  24.06.2003, App. No: 65831/01; Witzch – Germany, 13.12.2005, App. No: 7485/03; Pavel Ivanov – Russia, 20.02.2007, App. No: 35222/04, hudoc.echr.coe.int, E.T. 05.05.2021.

[xv] Garaudy – France.

[xvi] Uygun, 143. Mahkeme tarafından olmasa da, bu husustaki değerlendirme Komisyon tarafından erken tarihli kararlardan biri olan Glimerveen and Hagenveek – the Netherlands başvurusunda yapılmıştır. Karara konu olayda başvurucular, “Beyaz Hollandalılara” yönelik olan hazırlanan ve “beyaz” olmayan herkesin Hollanda’yı terk etmesi gerektiği yönünde ifadeler içeren broşürleri bulundurmaktan dolayı mahkum olmuşlardır. Bu karar nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlali iddiasıyla gerçekleştirilen başvuru üzerine Komisyon, söz konusu ifadelerin ırksal ayrımcılık niteliğinde olduğunu, dolayısıyla Sözleşme’nin 17. maddesi doğrultusunda “hakkın kötüye kullanılması” niteliğinde olduğunu ifade ederek “kabul edilemezlik” kararı vermiştir. Komisyon’un bu değerlendirmesi için bkz. Glimerveen and Hagenveek – the Netherlands, 11.10.1979, App. No: 8348/78, 8406/78, https://futurefreespeech.com/glimerveen-and-hagenbeek-v-the-netherlands/, E.T. 06.05.2021.

[xvii] Jersild – Denmark, 23.09.1994, App. No: 15890/89, hudoc.echr.coe.int, E.T. 05.05.2021.

[xviii] Norwood – United Kingdom, 16.11.2004, App. No: 23131/03, hudoc.echr.coe.int, E.T. 07.05.2021.

[xix] Mahkeme’nin bu değerlendirmesi için bkz. Otto-Preminger-Institut – Austria, 20.09.1994, App. No: 13470/87, par. 48; Wingrove – United Kingdom, 25.11.1996, App. No: 17419/90, par. 48; İ.A. – Turkey, 13.09.2005, App. No: 42571/98, par. 22, hudoc.echr.coe.int, E.T. 07.05.2021.

[xx] Mahkeme’nin bu değerlendirmesi için bkz. Otto-Preminger-Institut – Austria, par. 47. Benzer değerlendirmeler için bkz. İ.A. – Turkey, par. 24.

[xxi] Konu Mahkeme tarafından Aydın Tatlav – Turkey davasında değerlendirilmiştir. Karara konu olayda başvuran, “İslamiyet Gerçeği” isimli kitabının beşinci baskısını yaptığı 1996 yılında, TCK m. 175/3 hükmü uyarınca dinlerden birini tahkir etmek amacıyla yayın yapmak suçundan hapis ve para cezasına mahkum edilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, iç hukuk yollarının tüketilmesinin ardından önüne taşınan davada, kitap içerisinde geçen bazı ifadelerin sert eleştiri niteliğinde olmakla birlikte, bu dine inananlara yönelik aşağılayıcı ya da hakaret içeren saldırı niteliğinde olmadığı gerekçesiyle, verilen mahkumiyet kararının demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceğine ve dolayısıyla Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme’nin bu değerlendirmeleri sırasında dikkate aldığı bir husus da, kitabın ilk baskısının 1992 yılında yapılmasına rağmen, beşinci baskının yapıldığı 1996 yılına kadar bu kitap nedeniyle hiçbir işlem yapılmamış olmasıdır. Mahkeme’nin bu değerlendirmeleri için bkz. Aydın Tatlav – Turkey, 02.05.2006, App. No: 50692/99, hudoc.echr.coe.int, E.T. 06.07.2021.

[xxii] Dinin korunması, 10. maddede ifade özgürlüğünün sınırlanmasında dayanılabilecek meşru nedenler arasında sayılmadığından, laik ya da hümanist düşünceyi savunanlar tarafından ifade özgürlüğünün, dinin korunması gerekçesiyle sınırlandırılabileceğini kabul etmenin güç olduğu yönündeki değerlendirmeler için bkz. Çankaya/Yamaner, 39.

[xxiii] Mahkeme’nin bu değerlendirmesi için bkz. İ.A. – Turkey, par. 25.

[xxiv] Uygun, 149. Aynı yöndeki düşünceler Gündüz – Türkiye davasında, hakim Rıza Türmen’in karşıoy yazısında da dile getirilmektedir. Öte yandan Otto-Preminger Institute – Austria davasında, Mahkeme’nin dini değerlere yönelik saldırının, çoğunluğun dinine yönelik olmasının dikkate alınmasının, saldırıya uğradığı iddia edilen din, azınlık dini olduğu takdirde Mahkeme’nin farklı değerlendirme yapacağı izlenimini uyandırdığı yönündeki tespit ve değerlendirmeler için bkz. Çankaya/Yamaner, 40.

[xxv]  Gündüz – Turkey, 04.12.2003, App. No: 35071/97, par. 11, 49, 51-53, hudoc.echr.coe.int, E.T. 06.07.2021.

[xxvi] İHAM’ın bu değerlendirmeleri için bkz. Nur Radyo ve Televizyon Yayıncılığı A.S. – Turkey, 27.11.2007, App. No: 6587/03, hudoc.echr.coe.int, E.T. 06.07.2021.

 

Paylaş