2025 Aile Yılı ve Ayrımcılık Sorunu

 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “toplumun tüm kesimlerinde bir farkındalık oluşturmak amacıyla” “Aile Yılı” olarak ilan edilen 2025 yılı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının yoğun mesaisi ile başladı. 31 Ekim 2023 tarihinde kabul edilen On İkinci Kalkınma Planı[1], “kadın ve erkeğin evlilik bağıyla kurulan, milli ve manevi değerlerin taşıyıcısı olan ailenin her türlü zararlı eğilimden korunması, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi, dinamik nüfus yapısının ve kalkınmanın istikrarlı bir biçimde sürdürülmesini teminen aile kurumunun güçlendirilmesi”ni temel amaçlardan saymıştı. Bu Kalkınma Planı’nın oluşturduğu zeminde hazırlanan “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı 2024-2028”[2] ise ailenin hangi “tehdit ve riskler”e karşı güçlendirileceğini belirlemiştir: “Küresel eğilimler, ekonomik dalgalanmalar, afetler, teknolojik gelişmeler, kültürel değerlerdeki aşınmalar, düzensiz şehirleşme, göç hareketleri, demografik değişimler, cinsiyetsizleştirme gibi aile ve evlilik kurumunu hedef alan zararlı akımlar ve bireyselleşme”. İşte 2025 Aile Yılı, siyasi iktidar tarafından olumsuz kabul edilen tüm bu durumlara karşı yürütülen kampanyanın ismidir.
 
Şüphesiz, Anayasa’nın 41. maddesinin ikinci fıkrasında açıkça düzenlendiği üzere, Devletin “ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri” alma yükümlülüğü vardır. Bu yönüyle, 2025 Aile Yılı kapsamında alınan tedbirler ve yürütülen etkinlikler, ilk bakışta Anayasa’nın ilgili hükmünün etkin bir şekilde uygulanması olarak görülebilir. Ancak, bu yükümlülük, Anayasa’nın 10. maddesi ile güvence altına alınan eşitlik hakkı pahasına gerçekleştirilebilecek bir yükümlülük değildir. Aksine, diğer tüm eylem ve işlemlerinde olduğu gibi, devletin aileye yönelik politikanın belirlenmesinde ve uygulanmasında da herhangi bir kesimi dışlayıcı, aşağılayıcı, baskılayıcı tutumda bulunmama yükümlülüğü bulunmaktadır.
 
Buna karşılık, 2025 Aile Yılı, Cumhurbaşkanı tarafından 20 Mart 2021 tarihinde “Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi” nedeni öne sürülerek İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının alınmasıyla başlayan geleneksel (heteroseksüel, natrans üyelerden oluşması beklenen) aile yapısını yüceltici ve LGBTİ+ dışlayıcı politikanın devamı niteliğinde gözükmektedir. Şu kadar ki, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği dönemin bağlamından farklı olarak, 2025 yılı Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump’ın toplumsal cinsiyeti reddeden ve cinsiyetin X ve Y kromozomlarını taşıyan üreme hücreleri üzerinden belirlenecek “değişmez biyolojik sınıflandırma”ya tabi olmasını öngören kararnamesinin[3] toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı yarattığı olumsuz atmosfere de sahnedir. Cinsiyetçi ayrımcılık tüm dünyada giderek olağanlaşırken Türkiye’de de geçmişten bugüne toplumsal yapıya ve hukuk düzenine hâkim olan geleneksel aile yapısının ‘tanımadığı’ kimlik ve yaşam tarzları, artık görmezden gelmekle yetinilmeyen ve ‘yok edilmesi’ gereken unsurlara dönüştürülmektedir. Bu yazıda, mevcut aile politikasının ayrımcılık teşkil eden bazı yönlerine işaret edilecek ve giderek normalleştirilen cinsiyetçiliğin devletin kaçınmak ve ortadan kaldırmakla yükümlü olduğu bir ayrımcılık biçimi olduğu vurgulanacaktır.
 
Aile Kavramı:
 
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nda aile, “insanın temel biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kan, soy veya evlilik/hukuki birliktelik ya da evlat edinme bağları ile birbirine bağlı yakın insan ilişkilerinden oluşan ve nesiller/kuşaklar boyu görece değişerek devam eden bir sosyal kurum ve aynı zamanda bir sosyal etkileşim ağı” olarak tanımlanmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2025 Aile Yılı için hazırladığı kamu spotu videosu[4] ise, aileyi heteroseksüel, çok çocuklu, büyükbaba ve büyükannenin torunlarla bir arada olduğu geniş bir yapı olarak tasvir etmektedir. Buzdolabına asılmış bir gebelik ultrason fotoğrafı ile başlayan videoda anlatı, bayramlarda çocukların büyüklerinin ellerini öptüğü ve kadının üç çocuk sahibi olarak aileyi genişlettiği sahnelerle devam etmekte ve en nihayetinde aileye evlilik yolu ile dahil olan kadının bebeği kucağında aile sofrasına katıldığı görüntü ile tamamlanmaktadır. Videonun kapandığı görselde, geniş ailenin ‘mutlu’ bir şekilde bir masa etrafında toplandığı ve ailenin en yaşlı iki erkek üyesinin evin sahipleri ya da masada buluşanların liderleri olduklarını sembolize edercesine masanın iki ucunda yer aldığı görülmektedir. Böylece, Anayasa’nın 41. maddesinin ilk fıkrasında “Türk toplumunun temeli” olarak belirtilen ve Aile Yılı politika belgelerinde “güçlü bir toplumun anahtarı” olarak dile getirilen aile, ailenin sahibinin ya da büyüğünün erkek olduğu, kadının ise üstlendiği üreme rolü ile ön plana çıktığı bir yapı olarak kendini göstermektedir. Aile Yılı kapsamında Aile ve Gençlik Fonu ile gençlerin evliliğe teşvik edilmesi ve doğum yardımlarının arttırılması ile kadınların doğuma teşvik edilmesi, işte kamu spotunda görselleştirilen bu aileye yönelik politikanın hukuki araçlarını oluşturmaktadır. [5]
 
Aile Yılı ile özendirilen aile yapısının Türkiye’de hukuki bir zemine sahip olduğu ve özellikle kanunların çizdiği çerçeveyle uyumlu olduğu teslim edilmelidir. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre aile hukuku, ağırlıklı olarak evlilik ve soy bağı hükümlerinden oluşmaktadır. Kişilerin birbirlerine karşı evlenme vaatleri olmaksızın yürüttükleri ilişki ve paylaştıkları yaşam, hukuken korunması gereken bir birlik olarak kabul edilmez. Evlilik ise Türk Medeni Kanunu’nun diğer maddelerinin yanı sıra 134. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, “erkek ve kadın”ın birbirleriyle kuracağı hukuki ilişki olarak sınırlanmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de yerleşik ahlaki kodlara paralel olarak Medeni Kanun, kişilerin birlikteliklerinden ancak erkek ve kadının karşılıklı olarak nişanlandığı ve evlendiği durumlara hukuki sonuç bağlamaktadır. Keza Medeni Kanun’un 285. maddesinde kabul edilen “evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası”nın ‘koca’ olduğu yönündeki karine veya 290. maddesinde evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içerisinde ikinci bir evlilik içerisinde doğan çocuğun babasının ikinci evlilikteki koca sayılacağına ilişkin karine, annenin kocadan başka bir kişiyle cinsel ilişkiye girmeyeceği yönündeki ahlaki beklentinin ve çocuğun mevcut evlilik birliğinin bir parçası olması gerekliliğinin hukuka yansımasıdır.[6] Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilene kadar soy bağının reddi davası hakkının çocuğun annesine tanınmaması da bunun bir uzantısıdır.[7]
 
Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin de kabul ettiği üzere, aile, Medeni Kanun’daki “karşılığı ile sınırlı olmayacak şekilde özerk yorumlanması gereken” bir kavramdır.[8] Aile, kişiler arasında sadece kan bağıyla ya da hukuki yolla değil, fiili yollarla da kurulabilen kişisel ve yakın bağı ifade eder.[9] Benzer şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de aile kavramının sadece evliliğe dayalı ilişkilerden ibaret olmadığını, kişilerin evlilik dışında birlikte yaşadıklarını veya ilişkilerinin yeterli sürekliliğe sahip olduğunu ortaya koyabildiği fiili aile bağlarının da aile kavramının koruması altında olduğunu kabul etmektedir.[10] Yine AİHM içtihadına göre, evlilik birliği haricinde istikrarlı bir ilişki yaşayan eşcinsel partnerler, aynı durumdaki farklı cinsten partnerler kadar aile kavramının kapsamındadır.[11] Şu kadar ki AİHM, Avrupa toplumunda bu konuda bir uzlaşı olmadığından hareketle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 12. maddesi ile güvence altına alınan evlenme hakkının devletlere eşcinsel evlilik hakkını tanıma yükümlülüğü yüklemediğini[12], ancak evliliğe alternatif partnerlik ilişkilerinin hukuken tanınması halinde bu imkanın farklı cinsten çiftlerin yanı sıra eşcinsel çiftlere de tanınmasının ayrımcılık yasağının bir gereği olduğunu[13] söylemektedir. Tüm bunların yanında, AİHM’in Sözleşme’nin 12. maddesinde yer alan “erkek ve kadın” terimlerinin biyolojik cinsiyetle sınırlı bir tanım dayatmadığı sonucuna ulaştığını da not etmek gerekir.[14] Mahkemeye göre, bilimsel gelişmeler ve evlilik kurumunda yaşanan sosyal değişiklikler, cinsiyet değişikliğine ve devletlerin takdir yetkisi kapsamında cinsiyet değişikliğinin evlilik bağlamında etkilerinin düzenlenmesine imkân sağlamaktadır.[15]
 
Neticede, hak ve eşitlik açısından ele alındığında, aile kavramının günümüzün değer yargılarına göre giderek daha kapsayıcı hale geldiği ve her halükârda diğer tüm haklar gibi kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile özel ve aile hayatının korunması hakkının da eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağının koruması altında olduğu aşikardır. Nitekim Anayasa’nın 41. maddesi ailenin eşler arasında eşitliğe dayandığını belirtirken 10. maddesi ise kişiler arasında cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim dahil olmak üzere hiçbir temelde ayrımcılık yapılamayacağını güvence altına almaktadır. Öyleyse, devletin eşcinsel evlilikleri yasallaştırmak gibi devletin takdir yetkisi kapsamında olduğu kabul edilen konularda eşitlikçi düzenleme yapmaktan (en azından mevcut AİHS sistemi çerçevesinde) imtina edebilmesi, belirli bir cinsiyet kimliğini ve cinsel yönelimi engelleme, aşağılama ve cezalandırma yetkisine de sahip olduğu ya da mevcut ayrımcılık eylemlerini engelleme yükümlülüğünden kurtulduğu anlamına gelmez. Diğer bir deyişle, siyasi iktidarın teşvik ettiği aile tanımı ve yapısı, devletin kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerine ve özel hayatlarına demokratik toplumun gereklerine uygun bir meşru amaç olmaksızın ölçüsüzce ve ayrımcı bir şekilde müdahale etmesinin gerekçesi olamaz.
 
Ayrımcılık Sorunu:
 
2025 Aile Yılı, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan kişinin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelen tehditleri ortadan kaldırmak ve bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak için Devlet tarafından alınan tedbirlerden ziyade, ağırlıklı olarak belirli bir aile tanımının dayatılması kampanyası olarak ortaya çıkmaktadır. Anılan Eylem Planı’nda “cinsiyetsizleştirme gibi aile ve evlilik kurumunu hedef alan zararlı akımlar” ve “bireyselleşme” olarak dile getirilen tehditler ise, bu ailenin erkek egemen bir yapı olarak tanımlandığının, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim çeşitliliklerinin de ortadan kaldırılması gereken sorunlar olarak görüldüğünün, yukarıda işaret edilen hususların yanı sıra, açık ilanıdır. Bu bakımdan, 2025 Aile Yılı’nın iki temel hedefinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu hedeflerin ilki, kadının aile içerisindeki edilgen konumundan kurtulup etken “birey”lere dönmesine, toplumun eşit bir üyesi olmasına yönelik taleplerin değersizleştirilmesidir. İkincisi ise, kadının erkeğe göre ikincilliğini de garanti altına alacak şekilde farklı cinsiyet kimliklerinin ve cinsel yönelimlerin zararlı varoluşlar olarak etiketlenmesidir. Her iki hedef de toplum içerisinde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi sebebiyle yaygın şekilde ayrımcılığa maruz kalan kadınlar ve LGBTİ+lar bakımından devletin ayrımcılık yapmama ve ayrımcılığı önleme yükümlülüklerine aykırıdır.
 
Öncelikle, Aile Yılı vasıtasıyla kadınların evlilik ve doğum hedeflerine yönlendirilmesi, kadınların bireysel kimliklerinin aile kavramı içerisinde eritilmesine ve kadına yönelik şiddetin temel sebeplerinden olan toplumsal cinsiyet normlarına göre inşa edilen aile kurumunun cinsiyetçi geleneksel yapısının devam etmesine sebep olmaktadır. Yaklaşık yetmiş sayfadan oluşan Eylem Planı’nda “aile” kelimesi 451 kez kullanılırken “kadın” kelimesine sadece 12 kez yer verilmiş, bunlardan dördü evliliğin “kadın ve erkek” arasında olduğunu belirten ifadeler içerisinde, üçü kadın başına doğum oranını açıklayan paragrafta, ikisi ise ortalama ilk evlenme yaşının belirtildiği kısımda sarf edilmiştir. İki “kadın” kelimesi stratejik hedefler arasında yer almış, bunlar sırasıyla “isteğe bağlı sigortalı olan ev kadınlarının sigorta primlerinin bir kısmının devlet tarafından karşılanmasına yönelik yasal düzenleme yapılması”, “Belediyeler tarafından aile danışma merkezi, kadın danışma merkezi, aile yaşam merkezi vb. birimlerde sunulan hizmetlere ilişkin rehber çalışması yapılması” olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla Eylem Planı’na bakıldığında, kadına ilişkin politikanın ekseriyetle kadının evlenmesi, doğurması ve aile ve ev içerisinde kalmasının desteklenmesi üzerine kurulduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan, geriye kalan son “kadın” kelimesi de “kadın, çocuk, engelli, yaşlılara yönelik her türlü şiddetin yasaklanması gereklilikleri” ifadesi içerisinde kullanılmıştır. Diğer bir deyişle, kadının toplum içerisindeki eşitsiz konumu ve maruz kaldığı yaygın erkek şiddeti görmezden gelinmiş, kadına yönelik şiddetin cinsiyetçi yönü “her türlü şiddet” şeklindeki ifadeyle reddedilmiştir.
 
Stratejik hedefler arasında yer alan “Aile içi şiddet ve aile düzenine karşı işlenen suçlar ile nedenlerine yönelik analiz çalışmaları” hedefi de bu anlamda pek tutarlı gözükmektedir. Zira aile dışındaki erkek şiddetini önlemeyi de içeren genel bir hedef belirlenmemiş, aile düzenine karşı işlenen suçlar ile aile içi şiddet ise aynı başlık altında toplanarak aile içi şiddeti sonlandırmaya yönelik tedbirlerin sınırının ailenin korunması olduğu ima edilmiştir. Nitekim planlanan faaliyetler arasında sayılan “evlilik ve çocuk sahibi olmaya ilişkin algı, tutum ve tecrübeleri ele alan bütüncül bir saha araştırması yapmak”, “yeni evlilikleri teşvik etmek”, “evlilik akdini sona erdirme oranının en yüksek olduğu üç ilde ve doğurganlık hızının en düşük olduğu üç ilde yapılacak analiz çalışması sonuçlarına göre pilot uygulama gerçekleştirmek” gibi etkinlikler, çoğu zaman aile kurumu aracılığıyla meşrulaştırılan cinsiyetçi şiddetin engellenmesinin değil, mevcut ailelerin korunarak onlara yenilerinin eklenmesinin peşindedir. Dolayısıyla, mevcut eylem planı, devletin kadının eşitsiz konumunu sona erdirmeye ve kadına yönelik şiddeti engellemeye yönelik tedbirleri almaktan imtina ettiğini, daha açık bir ifadeyle kadına yönelik ayrımcılığı engellemeyi bir yükümlülük olarak addetmediğini ortaya koymaktadır. Diğer tüm kadına yönelik ayrımcılık pratikleri bir yana, kadın cinayetlerinin görmezden gelinemeyecek ağırlıkta bir sorun olduğu ülkemizde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Kadınlar Günü olarak belirlenen 8 Mart’ta ve 2025 Mart ayı boyunca, Aile Yılı kapsamında pek çok etkinlik düzenlerken kadına yönelik şiddete dair hiçbir etkinlik planlamaması da bu yadsımanın sembolik bir anlatımıdır.[16]
 
Öte yandan, Eylem Planı’nda belirlenen stratejik hedeflerden “küresel cinsiyetsizleştirme projeleri ile mücadele”nin kanun çalışmalarına yansıması, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim bakımından daha da ağır bir ayrımcılığa işaret etmektedir. Nitekim basında yayılan kanun hazırlık metninde[17], bir yandan cinsiyet değişikliğinin aşırı zorlaştırıldığı diğer yandan adeta LGBTİ+ olmanın suç haline getirildiği görülmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun cinsiyet değişikliğini düzenleyen 40. maddesinde yapılmak istenen değişiklikler, sırasıyla, cinsiyet değişikliği için asgari yaşın on sekizden yirmi bire çıkarılması, üreme yeteneğinden yoksun bulunduğunun kanıtlanması, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunun en az üçer ay aralıklarla yapılan dört değerlendirme sonucunda verilecek raporla kanıtlanması ve bu raporların Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen tam teşekküllü bir eğitim ve araştırma hastanesi tarafından düzenlenmesi ve en nihayetinde izin alınmadan cinsiyet değişikliğine yönelik hiçbir tıbbi müdahale yapılamamasıdır. Bu şartlar, kişilerin hormon kullanımını dahi izne bağlayarak cinsiyet kimliğinin tanınması hakkını aşırı derecede zorlaştıran, yaş, süre ve üreme yeteneğinden yoksunluk şartlarıyla da süreci translar açısından katlanılması güç bir fiziksel ve manevi ızdıraba çeviren bir sistemi ortaya koymaktadır. Öte yandan, bu şartlardan üreme yeteneğinden yoksun olma şartının Anayasa Mahkemesi tarafından AİHM’in A.P., Garçon ve Nicot/Fransa kararını[18] takiben Anayasa’ya aykırı bulunmuş ve iptal edilmiş bir kural olduğu göz önünde bulundurulduğunda[19], getirilmek istenen sistemin sonuçlarının sadece transların maddi ve manevi bütünlüklerine ayrımcı bir şekilde müdahale etmekle kalmayıp hukuk devleti ilkesine de zarar vereceği aşikardır. Zira Anayasa’nın 153. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına riayet edilmesi, hukukun üstünlüğünün bir gereğidir.
 
Diğer yandan, aynı taslakta “kanunla belirlenen koşullara aykırı olarak kişinin cinsiyetini değiştirmeye yönelik herhangi bir tıbbi müdahalede bulunan ve müdahale yaptıran”ların, “doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı alenen teşvik eden, öven veya özendiren kişi”lerin ve “nişan ve evlenme töreni” yapan aynı cinsten kişilerin hapis cezası ile cezalandırılmasının öngörülmesi, halihazırda ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+ların bu ayrımcılıktan korunması gerekirken bizzat devlet tarafından cezalandırılmak istendiğini göstermektedir. Üstelik, hangi tıbbi müdahalelerin cinsiyet değişikliği ile ilgili sayılacağı, hangi tutum ve davranışların genel ahlaka aykırı görüleceği de oldukça muğlaktır. Örneğin dudak dolgusu yapmak ve yaptırmak da cinsiyet değişikliğine ilişkin bir tıbbi müdahale midir? Ya da çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların vereceği bir röportaj, “doğuştan gelen biyolojik cinsiyetine ve genel ahlaka” göre doğurması beklenen ve teşvik edilen kadınların buna aykırı tutumu olarak mı addedilecektir? Bu haliyle ceza hukukunun ve hukuk devletinin genel ilkelerine açıkça aykırı olan bu kanun çalışması, hem LGBTİ+ kimliklerin topyekûn cezalandırılması hem de genel olarak geleneksel kadın ve erkek rollerine uymayan herkesin ceza tehdidi altında kontrol edilmesi anlamına gelmektedir. Öte yandan, nişan ve evlenme, Türk Medeni Kanunu’na göre sadece kadın ve erkek arasında kurulacak bir hukuki ilişki iken kanun tarafından eşcinseller için tanınmayan bu hukuki ilişkinin ceza hukukunun konusu edilmesi, ceza hukukunun cinsiyetçi ayrımcı politika için araçsallaştırıldığını da ortaya koymaktadır.
 
Neticede, 2025 Aile Yılı, eşitlikçi aile yapısının korunması ve desteklenmesinden ziyade kadının evliliğe ve doğuma teşvik edilerek toplum içerisindeki cinsiyetçi rollerin pekiştirilmesine ve LGBTİ+ kimliklerin yok edilmesine yönelmiş gözükmektedir. Halbuki Anayasa’nın 5. maddesi, devlete “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” görevini yüklemektedir. LGBTİ+lar, sadece cinsiyet kimlikleri ile var olan bireyler değil, tıpkı heteroseksüel natrans kadın ve erkekler gibi cinsiyet kimliklerinin yanında pek çok çeşitli kimlikleriyle toplumun değerlerine katılan kişilerdir. LGBTİ+ların hukuki talepleri de herkesin sahip olduğu kabul edilen insan haklarının eşit bir öznesi olmaktan ibarettir. Nitekim sadece cinsiyet kimliği hakkı değil, yaşama hakkı, çalışma hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi pek çok hakkın kullanılması, LGBTİ+lar için fiili ve hukuki olarak oldukça zorlaştırılmış durumdadır. Diğer yandan kadınların özgürleşmesi ve bireyselleşmesi, sadece erkek tahakkümüne yönelik bir tehlike arz etmekte, kadınların toplumun eşit üyeleri olarak istihdama ve siyasete katılmalarına imkân tanımakta, daha önemlisi ilişkilerini ve ailelerini eşitlikçi bir şekilde kurmalarını ve şiddetsiz olarak sürdürmelerini mümkün kılmaktadır. Öyleyse, 2025 Aile Yılı kapsamında benimsenen cinsiyetçi politikaların bir an evvel terk edilmesi eşitlik ilkesinin ve ayrımcılık yasağının bir gereği, insan haklarına dayanan hukuk devleti ilkesi tasavvurunun vazgeçilemeyecek bir şartıdır.
 
Dipnotlar:
 
[1] Resmi Gazete, 1 Kasım 2023 Çarşamba, Sayı: 32356 (Mükerrer) https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/11/20231101M1-1-1.pdf
[2] Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı 2024-2028, https://ulusaleylem.aile.gov.tr/media/m1garif1/ailenin-korunmasi-ve-gu-c-lendirilmesi-vizyon-belgesi-ve-eylem-plani.pdf.
[3] The White House, Defending Women from Gender Ideology Extremism and Restoring Biological Truth to the Federal Government, 20 Ocak 2025, https://www.whitehouse.gov/presidential-actions/2025/01/defending-women-from-gender-ideology-extremism-and-restoring-biological-truth-to-the-federal-government/.
[4] Aile Yılı Kamu Spotu, https://www.aileyili.gov.tr
[5] Aile Yılı Politikalar, https://www.aileyili.gov.tr/politikalar/
[6] Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinde kadının “evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe” evlenemeyeceğine ve ancak önceki evliliğinden gebe olmadığını ispat etmesi halinde tekrar evlenebileceğine ilişkin kuralların Sözleşme’nin 8. maddesi ile güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ve Sözleşme’nin 12. maddesi ile güvence altına alınan evlenme hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesinin ihlali niteliğinde olduğu, AİHM’in Nurcan Bayraktar/Türkiye kararında tespit edilmiştir. Bakınız AİHM, Nurcan Bayraktar/Türkiye, Başvuru No. 27094/20, 27/06/2023, § 45-59.
[7] AYM, E.2023/37, K.2023/140, 26/07/2023.
[8] AYM, Murat Demir [GK], Başvuru No. 2015/7216, 27/3/2019, § 72.
[9] AYM, Murat Demir [GK], Başvuru No. 2015/7216, 27/3/2019, § 72-73.
[10] AİHM, Paradiso ve Campanelli/İtalya, Başvuru No. 25358/12, 24/1/2017, §140.
[11] AİHM, Vallianatos ve diğerleri/Yunanistan [BD], Başvuru No. 29381/09, 32684/09, 07/11/2013, § 73-74; AİHM, X ve diğerleri/Avusturya [BD], Başvuru No. 19010/07, 19/02/2013, § 95; AİHM, P.B. ve J.S./Avusturya, Başvuru No. 18984/02, 22/07/2010, § 30.
[12] AİHM, Schalk ve Kopf/Avusturya, Başvuru No. 30141/04, 24/06/2010, §§ 61-63.
[13] AİHM, Vallianatos ve diğerleri/Yunanistan [BD], Başvuru No. 29381/09, 32684/09, 07/11/2013, § § 92.
[14]  AİHM, Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], Başvuru No.28957/95, 11/07/2002, §§ 100-103.
[15] Guide on the case-law of the European Convention on Human Rights: Rights of LGBTI persons, 2024, https://ks.echr.coe.int/documents/d/echr-ks/guide_lgbti_rights_eng, § 80.
[16] Bu ayda belirlenen etkinlik konu başlıkları, “madde ve teknoloji bağımlılığı konulu söyleşiler”, “aile içi iletişim seminerleri ve radyo programları”, “ağaç dikme seminerleri ve radyo programları”, “el sanatları ve seramik atölyeleri”, “kadın istihdamı söyleşileri”dir.
[17] Bakınız KAOS GL, “LGBTİ+’lar, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nda yapılması öngörülen değişikliklerle hedefte”, 27 Şubat 2025, https://kaosgl.org/haber/lgbti-lar-medeni-kanun-ve-ceza-kanunu-nda-yapilmasi-ongorulen-degisikliklerle-hedefte.
[18] AİHM, A.P., Garçon ve Nicot/Fransa, Başvuru No.79885/12, 52471/13, 52596/13, 06/04/2017.
[19] AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017.

Paylaş