Bir Siyasi ve Hukuki İlke Olarak Kardeşlik

 
 

“Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” üçlemesinin 1789 Fransız Devrimiyle birlikte siyasi terminolojiye girdiği genel kabul görür. Sloganın bizzat kendisi ve temsil ettiği değerler, tıpkı Fransız Devrimi gibi, 19. Yüzyıldan itibaren Fransa sınırlarını aşacak, mutlakiyetçilik karşıtı siyasi hareketlerin bir kısmınca benimsenecektir. Bunu hemen Osmanlı tarihinden bir örnekle somutlaştırabiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Meşrutiyeti (1908) gerçekleştiren siyasi kadrolar özgürlük-eşitlik-kardeşlik sloganına, yanına bir dördüncü unsur olarak adaleti de ekleyerek sahip çıkarlar.

 

Bu yazıda, bu sloganın üç unsurundan sadece birisinin, kardeşliğin üzerinde durulacak. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, Fransız Devriminin önünü açtığı siyasi modernleşme sürecinde kardeşliğin özgürlük ve eşitliğe kıyasla neden daha geride kaldığı, gerek siyasi gerek hukuki düzlemde neden özgürlük ve eşitlik ilkeleri kadar açık biçimde ifade edilmediği ve uygulamaya geçirilmediği sorusu yanıtlanmaya çalışılacak. 

 

Öncelikle bir önceki paragrafta formüle edilen sorunun üzerinde yükseldiği saptamayı netleştirelim: Tarihi gelişmelere ve güncel duruma bakıldığında kardeşliğin hem bir siyasi değer hem de uygulamayı yönlendiren bir hukuki ilke olarak özgürlük ve eşitliğin ardında kaldığı görülür. Özgürlük ve eşitlik yürürlükteki demokratik anayasaların tamamında ayrıntılı biçimde düzenlenmişken ve etkili bir yargı denetimine temel oluşturuyorken, kardeşlik için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Kardeşlik kavramı günümüzde yürürlükte olan yirmi beş farklı anayasada yer alıyor. Ne var ki, bu düzenlemelerin büyük kısmı anayasanın esas metninin değil, hukuki değeri ve yaptırım gücü hep tartışmalı olagelmiş başlangıç metinlerinin bir parçası. Uluslarüstü insan hakları hukuku açısından da benzer bir tablo söz konusu. Hukuki bağlayıcılığı “manevi” düzeyde olan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinin 1. maddesi kardeşliğe yer veriyor. Ancak, Beyannameden farklı olarak sözleşme formatında yapılan, devletlerin bir bağlanma iradesi göstererek taraf oldukları diğer hak ve özgürlük belgelerinde bu kavram yer almıyor. Hal böyle olunca, kardeşlik kavramına atıf yaparak verilen yargı kararlarının sayısı da neredeyse bir elin parmaklarını geçmiyor.  

 

İlk bakışta, kardeşliğin özgürlük ve eşitliğe kıyasla ihmal edilmiş gibi durmasının sebebi, uygulamada kardeşlik yerine dayanışma (solidarity) kavramının tercih edilmesidir, diye düşünmek mümkün. Nitekim, kardeşlik ilkesinin içeriğinin dayanışma terimiyle de karşılanabildiği hipoteziyle yürütülecek bir taramada, bu ilkeye yer veren güncel anayasaların sayısı doksan dokuza yükseliyor. Ne var ki, atıf yapılabilecek anayasal metin sayısındaki bu yaklaşık dört katı artışa rağmen, fiiliyatta durum değişmiyor. Dayanışma ilkesi de tıpkı kardeşlik gibi, daha çok başlangıç gibi hukuki değeri sınırlı bölümlerde ifadesini buluyor ve çok az sayıda yargı kararına konu oluyor. Dolayısıyla, sorunun yanıtı terminolojide değil daha derinlerde aranmalı. Bu yazıda bu soruya kısmi bir yanıt bulma hedefiyle, önce kardeşliğin bir siyasi kavram olarak ortaya çıkış ve benimsenişinin tarihi açıklanacak. Ardından mevcut halde kardeşliğin ne anlama geldiği ve hukuki değeri üzerinde durulacak. 

 

Kardeşliğin siyasi bir ilke olarak ilk defa Fransız Devrimiyle birlikte ortaya çıktığı yaygın biçimde kabul edilmekle birlikte, Devrimin tarihi daha yakından incelendiğinde, kardeşliğin siyasi söyleme özgürlük ve eşitlikten biraz daha geç girdiği görülür. 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi eşitlik ve özgürlükten açıkça söz ederken, kardeşliğe yer vermez. Formüle kardeşliği 1790 yılında Kurucu Mecliste yaptığı bir konuşmada ekleye ve üçlü sloganı ilk kez telaffuz eden Maximilien Robespierre’dir. Ne var ki, özgürlük-eşitlik-kardeşlik sloganının Fransız kamu hukukunda bir anayasal ilke olarak kabul edilmesi için 1848’e kadar beklemek gerekecektir. Fransız III. Cumhuriyet anayasasında dayanışma ifadesine yer verilmesiyle bir kez daha kamusal terminolojiden kaybolan kardeşlik, IV. ve V. Cumhuriyet anayasalarında özgürlük ve eşitlikle yan yana anayasal bir ilke olarak ifadesini bulacaktır. 

 

Üçlemenin bir cumhuriyet ilkesi olarak Fransa kamu hukuku terminolojisinde yer etmesinin öyküsü aynı zamanda kardeşliğin özgürlük ve eşitliğin karşıt kutbu olarak değil, tamamlayıcısı olarak kabul edilişinin de öyküsüdür. Fransız Devrimi öncesi ve hemen sonrası dönemde kardeşlik iki nedenle özgürlük ve eşitlikten ayrı tutulur. Birincisi, o dönemde kardeşlik esas olarak dini bir vurguya sahip olduğu için, devrimin değil devrim karşıtlarının sahiplenmesine daha uygun bir konumdadır. Yani, özgürlük ve eşitliği devrimi talep eden ve sonuçta gerçekleştiren güçler sahiplenirken, kardeşliği devrim karşıtları benimsemektedir. Ancak, 1848 devrimleriyle birlikte bu eşik aşılır ve kardeşlik de özgürlük ve eşitliğin yanında yerini alır. 

 

Üçlemenin bir araya gelmesinin gecikmesine yol açan ikinci neden, özgürlük ve eşitlik kavramlarını modern siyasi kavram setine katan ve içeriğini belirleyen liberal düşünce taraftarlarının bireyci temele dayanmaları ve bu nedenle dayanışmayı, dolayısıyla kolektif olanı işaret eden kardeşlik vurgusuna uzak durmalarıdır. Ancak, 1848 devrimleriyle birlikte sosyal hakların da temel hak ve özgürlükler manzumesine girmesiyle birlikte, özgürlük ve eşitlik dayanışmayı yani kardeşliği içerir hale gelir. 1848 devrimleri sonrasında özgürlük ve eşitliği soyut birey düzleminde değil, somut sosyal ilişkiler bağlamında düşünmeye başlamak gerekecektir. Sonuçta sosyal hakların demokratik bir rejim açısından, en azından kuramsal olarak vazgeçilmez önemde olduğu genel kabul görür. 

 

Sosyal hakların 2. kuşak haklar olarak belirmesinden yaklaşık bir yüzyıl sonra dayanışma hakları olarak da adlandırılan 3. Kuşak haklar ortaya çıkacak ve böylece özgürlük – eşitlik – kardeşlik üçlemesi daha sıkı biçime birbirine bağlanacaktır. Bu tabloya Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin 1. maddesinde yer alan, insanların birbirlerine “kardeşlik anlayışıyla” yaklaşmaları ifadesi de eklendiğinde, haklar ve özgürlükle dayanışma ve kardeşliğin birbirine zıt değil aynı saflarda yer aldığının tescillendiği söylenebilir. Bireysel özgürlüğün ve bireyler arası eşitliğin toplumsal bağlamda dayanışma ve kardeşlikle bütünleşmedikçe eksik kalacağı anlayışının yer etmesiyle birlikte, üçleme demokratik cumhuriyetin düşünsel altyapısına dahil olacaktır. Ancak, kuramsal düzlemdeki bu gelişme yine de uygulama alanında önemli bir değişikliğe yol açmaz. Kardeşlik ve / veya dayanışma ilkesine referansla oluşturulan yargı kararlarının sayısı, eşitlik ve özgürlük kavramlarına dayalı olarak verilen kararlarla kıyaslandığında son derece düşük kalıyor. Bunun başlıca nedeni, kardeşlik / dayanışma ilkesinin somut hukuki formülasyonunun sosyal haklar ve dayanışma hakları üzerinden gerçekleşmiş olmasıdır. Bu hak kategorileri, özellikle de dayanışma hakları, nitelikleri itibarıyla esas olarak siyasi iktidar tarafından bir olumlu edimle hayata geçirilebilir haklar olduğu için, bunlara ilişkin talepleri yargı kanalıyla ileri sürebilme imkanları sınırlı kalıyor. 

 

Kardeşlik ilkesinin, köken olarak “Fransız” olması nedeniyle, Fransa yargı organlarının kararlarında, en azından arada sırada dayanak yapılan bir ilke olmasını bekleyebiliriz. Ne var ki, durum tam olarak böyle değil. Fransa’da alt derece mahkemelerinin kararlarında kardeşlik ilkesinin ne ölçüde dayanak yapıldığına ilişkin bir araştırma mevcut değil. Literatürdeki bu boşluğun, bu içerikteki kararların mevcut olmadığı şeklinde yorumlanması pekâlâ mümkün. Bu yargıyı destekleyen en önemli olgu, Fransa Anayasa Konseyi’nin kardeşlik ilkesinin anayasal değerini tespit eden ilk kararını ilk kez 2018 yılında vermiş olmasıdır. Fransız Anayasa Konseyi 6 Temmuz 2018 tarihli, 2018-717/718 sayılı kararında kardeşliğin anayasal bir ilke olduğunu ifade ederken, bu ilkeden bir de “özgürlük” üretecektir: bir başkasına, tamamen insancıl bir amaca dayanarak, ülkede bulunma halinin yasal olup olmadığını dikkate almak zorunda olmadan yardım etme özgürlüğü. Önüne gelen olayda Anayasa Konseyi, yabancıların Fransa’ya girişi ve Fransa’da ikametlerini düzenleyen yasada Fransa’da yasadışı bulunan yabancılara yardım edenler için öngörülen cezai düzenlemeleri kısmen anayasaya aykırı bulmuştur. Bu kararını kardeşlik ilkesinden türeyen insani amaçla yardım etme özgürlüğü üzerine inşa eden Anayasa Konseyi, yine aynı kararında bu özgürlüğün kamu makamlarının yabancıların ülkeye girişini ve ülkede bulunmasını düzenleme yetkisini ortadan kaldırmadığını, söz konusu özgürlüğün kullanılması ve kamu düzenin korunması gerekliliği arasındaki dengenin sağlanmasının devletin yükümlülüğü olduğuna hükmetmiştir. 

 

Hindistan Yüksek Mahkemesi kardeşlik ilkesini kararlarında görece daha sık kullanan bir yargı organı olarak sivrilir. Hindistan anayasasında kardeşlik ilkesi ana metne dahil bir hükümle değil, başlangıç kısmında düzenlenir. Buna göre kardeşlik, adalet, özgürlük ve eşitliğe eşdeğer bir ilkedir ve “birey onuru ile ulusun birliği ve bütünlüğünü sağlar”. Fransa’da kardeşlik ilkesi açık bir anayasa hükmü olarak düzenlenmiş olmasına rağmen, Anayasa Konseyi tarafından azınlıklar kimliklerinin tanınmasına imkân veren ve bunları dayanışma ilkesi içinde siyasi bir bütün oluşturacak şekilde bir araya getiren bir içerikle yorumlanmamıştır. Buna karşılık, kastlar, farklı dinlere mensup sosyal gruplar, farklı ulusal ve etnik kimlikler gibi çok unsurlu bir çeşitlilik içindeki Hindistan toplum yapısı nedeniyle Hindistan Yüksek Mahkemesini kardeşlik ilkesini ulusal birlikteliği vurgulamak amacıyla kullanmaya yönelecektir. 1990’ların başından itibaren bazı kararlarında kardeşlik ilkesine atıf yapmaya başlayan Mahkeme, 1994 yılında verdiği S. R. Bommai v. Union of India kararıyla bu yolda önemli bir adım atar. Esas olarak federe birimlerle federal otorite arasındaki ilişkilere ve yetkilere ilişkin bu kararda Mahkeme, sekülarizme aykırı hareket eden federe birimlerin görevden alınmasının mümkün olduğunu beyan ederken kardeşlik ilkesine atıf yapacaktır. Mahkeme, farklı dinlere mensup bireylerden oluşan bir toplumun kardeşlik içinde bir arada yaşaması için sekülarizmin bir zorunluluk olduğunu ifade ederek, anayasada açıkça düzenlenmeyen sekülarizmi kardeşlikten hareketle anayasal düzene dahil edecektir. Hindistan Yüksek Mahkemesinin bu eğilimi günümüzde halen devam ediyor. 

 

Sonuç olarak kardeşliğin, dayanışma olarak da okunduğu ölçüde, özgürlük ve eşitliğin tamamlayıcısı olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Özgürlük ve eşitlik, kardeşlikle bütünlenmediği halleriyle, 19. ve 20. yüzyıllarda net olarak görüldüğü üzere, sadece dar bir zümrenin çıkarını temsil eden ilkeler olarak kalmaya mahkumdur. Bu tamamlayıcılık hali kardeşliğin gerek ulusal gerek ulus-aşan bir düzlemde hem kuramsal hem de uygulamalı olarak diğer iki ilkenin gölgesinde kalmasına yol açsa da yol gösterici bir ilke olarak önemini azaltmayacaktır, diye düşünüyorum.  

Paylaş