DİJİTAL MEDYA ve HABERLERDEKİ 'MAĞDUR ÇOCUKLAR' ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Dr. Cemile Turgut

 

Son dönemlerde yaşanan bazı dikkat çekici toplumsal olaylar ve bu olayları içeren haberlerde yer alan küçüklerin görüntüleri, sosyal ağlarda da oldukça paylaşılır ve yayılır hale gelmiştir.  İfşa etme, kamuoyu oluşturma veya basının haber verme hak-yükümlülüğü ile toplumdaki kişilerin haber alma-bilgilendirilme hakkının uzantısı olarak küçüğün bu görüntüleri paylaşılmakla birlikte, paylaşımların çoğunlukla hukuka aykırı olduğu tespit edilmektedir. Bir diğer ifadeyle çoğu paylaşım, basın özgürlüğü yahut kamuoyunun bilgilendirilmesi karşısında yer alan çocuğun menfaati yönündeki dengeyi sarsmakta ve hukuka aykırı içeriklerin yayılmasına neden olmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki bu yazının amacı, basından güncel bazı örneklere yer vererek, bu örnekler kapsamında basın karşısındaki çocuğun haklarına dikkat çekmek ve mümkün olabildiğince farkındalık yaratmaktır. Bu nedenle yazıda sansasyonel haberlerde yer alması sebebiyle artık herkes tarafından bilinen çocukların isimlerine yer verilmeyecektir. Zira haberlere konu olayların üzerinden zaman geçmiş olsa dahi, arama motorları vasıtasıyla isim- soy isimleri aratılmak suretiyle devamlı bir görünürlüğe sahip çocukların isim veya görüntülerinin gündemde kalmasına ortak olmak tercihimiz değildir. Kaldı ki aynı sebeple, bu çabanın da tam koruma sağlamayacağı, bahsi geçecek küçüklerle ilgili internet hafızasına yerleşmiş büyük miktardaki içeriklerin yine de küçükleri tanınır kılacağı aşikârdır. İşte bu nedenledir ki daha en başta haberi oluştururken ve içerik sağlarken bazı hassasiyetler göz önünde bulundurulmalı ve ‘haber verme’ sınırları aşılmamalıdır.  

Basın özgürlüğünü de kapsayan kitle iletişim özgürlüğünün genel olarak birbirini tamamlayan üç unsura sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bu unsurlar; haber, kanı ve düşüncelere serbestçe ulaşabilme (elde etme), onları açıklayabilme ve yayabilme’dir. Bu doğrultuda basın özgürlüğünün de gerekliliği olarak; her türlü haber, düşünce ve kanının serbest bir şekilde öğrenilmesi ve toplanabilmesi imkânının sağlanmış olması gerekmektedir. Kaldı ki bu yalnızca haberleri aktaran basın-yayın mensubunun haberlere ulaşabilme hakkının değil, kamuoyunun da bilgilendirilme ve iletişim hakkı kapsamında haberlere erişebilmesi gerekliliğinin bir yansımasıdır. Bunun yanında basının ulaştığı ve haber niteliği taşıyan bu bilgileri serbestçe açıklama ve yayma hakkı olmakla birlikte bu hak, aynı zamanda elde ettiği bu bilgileri yorumlama ve eleştirme hakkını da içermektedir.

Gerek Anayasa’nın 28. madde hükmü gerekse Basın Kanunu’nun 3. madde hükmü doğrultusunda ‘kamu gözetleyicisi’ (public watchdog) sıfatıyla, haber niteliği taşıyan bilgilere ulaşması ve bunları kamuoyuna açıklayıp yayması, basın için hem hak hem de görev niteliğini taşımaktadır. Dolayısıyla basın bu görevinin bir gerekliliği olarak da kamu yararıyla ilgili konuyu topluma iletmekle mükelleftir. Ancak basın bu görevi yerine getirirken şüphesiz ki kişilerin, çalışmamız özelinde çocukların, haklarını ihlal etmeyecektir. Bununla birlikte basın özgürlüğü ile kişi haklarının karşı karşıya kaldığı durumlarda, hangi menfaate ağırlık verileceği sorusu ayrıca gündeme gelmektedir.

Yine konumuz özelinde, bir haberin öznesi olan çocuğun isminin, görüntülerinin ve diğer bilgilerinin paylaşılması ihtimalinde, somut olay özelliğine göre çocuğun maddi ve manevi bütünlüğü kapsamında, mahremiyeti ve verisine yönelik hakların ihlal edilmiş olması mümkündür. Dolayısıyla Anayasa’da koruma altına alınan basın özgürlüğü ile yine Anayasal bir temele sahip (AY. m. 12 ve m. 17) çocuğun maddi, manevi bütünlüğünün ve bu bağlamda kişiliğinin korunması menfaati karşı karşıya kaldığında menfaat dengesi, yine Anayasa’da belirlenen ölçütler çerçevesinde sağlanacaktır. Bu noktada basın özgürlüğünün, başkalarının itibar (şöhret) veya haklarının korunması amacıyla sınırlandırılabileceği yönündeki açık Anayasa hükmü (AY. m. 26/2) karşısında, çocuğun haklarının zedelendiği ihtimallerde, basın özgürlüğü karşısında onun menfaatine üstünlük tanınabilecek ve basın özgürlüğü sınırlandırılabilecektir.

Elbette ki basında çocuğun görüntülerinin paylaşıldığı her durumda üstün menfaat vardır demek hem hukuki hem de pratik açıdan mümkün değildir ve somut olay temelinde değerlendirmeye muhtaçtır. Ancak çalışmamıza konu çocuklar hali hazırda maddi ve manevi bütünlüğü sarsılmış ve çoğunlukla da bu sebeple habere konu olmuş çocuklardır. Dolayısıyla bu çocukların mahremiyetlerinin korunması, kişiliklerini özgürce geliştirebilmeleri (TMK m. 23) açısından ayrıca önem arz etmekte ve üstün meşru menfaat sayılmaktadır. Kaldı ki bahsi geçen ve ‘haber değeri’ (newsworthy) taşıdığı öngörülen haberler çerçevesinde ulaşılmak istenen ‘kamuyu bilgilendirme’ amacına, çocuğun kimliğini açık etmeden ulaşmak mümkünken, kimliğin paylaşılması hem gereksiz hem de orantısız/ölçüsüzdür. Bir diğer deyişle, haberin özü ile biçimi arasında ölçülülük yoktur ve bu sebeple de haber hukuka aykırıdır.

İnternetin bilgi ve haberleri ‘yayma’ ve ‘saklama’ gücü göz önünde bulundurulduğunda, çalışmamızın öznesi olan mağdur çocukların korunması hususu daha da dikkat çeker hale gelmektedir. Şüphesiz ki bunda en çok sosyal ağlardaki interaktif paylaşımlar yahut arama motorlarının bilgiyi doğrudan açığa çıkarması etkilidir. Dolayısıyla günümüzde hazırlanan ve sunulan bir haber içeriği, bu internet aracılarının etkisiyle zaman kavramından bağımsız olarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle cinsel istismara uğramış veya korunma ihtiyacı olan bir çocuğa ilişkin bir bilgi seneler sonra dahi karşısına çıkabilmekte ve yine maddi-manevi bütünlüğünü etkileyebilmektedir. Bu durum ise çocuğun sadece mahremiyeti değil, unutulma hakkı bakımından da ayrıca önem arz etmektedir. Zira çocuğu konu alan bazı haber içeriklerinin ‘hukuka uygun şekilde yayıldığı’ iddiasında bulunulsa veya kanaatine varılsa dahi bu durum, ileride çocuğun unutulma hakkının öznesi olma ihtimalini bertaraf etmemektedir.

          * Yukarıdaki açıklamalar nezdinde dikkat çekmek istediğimiz ilk örnek: Enkazdan Kurtarılan Çocuk Örneği

30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de meydana gelen deprem akabinde 91. saatte enkaz altından çıkarılan bebeğin hem enkaz altındaki görüntüleri hem de kurtarılma ve sonrasındaki hastane görüntüleri tüm detaylarıyla medya tarafından ‘mucize’ olarak paylaşılmıştır. Gerçekten de günlerdir depremin yıkıntılarını takip eden kişiler için mucize olarak nitelendirilebilecek görüntülerin, toplumun merakını giderme ve kişilerde deprem farkındalığı yaratma gerekçesiyle ‘haber değeri’ taşıdığı iddiası ileri sürülebilecekse de temel hukuki sorun; sunulan haberin, bilgilendirme sınırını aşıp aşamadığıyla ilintilidir. Zira söz konusu haberin, enkaz altından çıkartılan bebeğe ilişkin tüm ayrıntıları paylaşmadan, onu tanınabilir kılmadan yapılmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.  

İfade etmek gerekir ki son dakika haberi olarak paylaşılan bu tarz haberlerde, söz konusu sınırı belirgin kılmak pek tabii ki kolay değildir. Çünkü bu nitelikteki haberlerde olay anı, interaktif bir şekilde izleyiciyle buluşturulur. Dolayısıyla mağdur küçüğün görüntülerinin her ayrıntısıyla paylaşılmasının önüne geçmek zor olsa da, olması gereken bu ayrıntılara yer vermeden, çocuğu belirgin kılacak veri veya kişiliğini etkileyecek görüntüleri kamuya sunmadan haber verme görevini ifa etmektir. Bununla birlikte enkazdan kurtarılan bebeğin, haberin önemi sebebiyle ‘simge’ haline gelmesi kaçınılamaz görülebilecek ve hatta küçüğün simge haline gelmesinde kamu yararı olduğu ve haber değeri taşıdığı iddiasında da bulunulabilecektir. Ancak yine de bu simgenin toplumdaki yarattığı etki ile küçüğün kişiliği üzerindeki etkisinin dengelenmesi görmezden gelinemez. Zira küçüğün yüzü paylaşılmadan yapılacak haber aynı sansasyonel etkiyi yaratmayabilir ancak haber verme amacını yine de taşır. Somut örnekte mağdur küçüğün kişiliğinin korunmasına yönelik menfaati, toplumun merakını giderme menfaatinden üstündür. Burada amaç, toplumsal bir olayda toplumu bilgilendirmek veya toplumun merakını gidermek ise ve bu amaca küçüğün kişiliğine yönelik en az müdahale ile ulaşılabilecekse, mutlak surette o yol tercih edilmelidir. Kaldı ki habere konu bebeğin, kendisini kurtaran görevlinin parmağını tutma suretiyle çekilen fotoğrafının, farklı eşyalar üzerine çizilerek satılması ve metalaştırılması ise çalışmamız dışı münferit bir tartışma konusudur.

          * Dikkat çekmek istediğimiz bir diğer örnek ise: Korunma İhtiyacı Olan Çocuk Örneği

23 Nisan 2021 tarihinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Bakanlık makamında konuk edilerek Bakanlık koltuğuna oturtulan ve devlet koruması altında olan çocuğun görüntü ve bilgileri, Bakan tarafından medya karşısında açık şekilde ifşa edilmiştir.

2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu gereğince korunma ihtiyacı olan çocuk: “Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal veya istismar edilen ya da suç mağduru çocuğu” ifade etmektedir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, korunma ihtiyacı olan çocuk, ailesi veya bir başka kişi tarafından istismara uğramış çocuk olabileceği gibi, aileye sahip olmayan veya kişisel güvenliği tehlikede olan çocuk da olabilecektir. Bu doğrultuda korunma ihtiyacı olan çocuğun haklarının korunması amacıyla; çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması, yarar ve esenliğinin gözetilmesi, çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması gerekmektedir. Kaldı ki Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 2. maddesinde açıkça ayrımcılık yasağına yer verilmiş ve taraf devletlerin “sözleşmede yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin” tanımaları gerektiği düzenlenmiştir. Oysaki kameralar karşısında Bakanlık tarafından gerçekleşen bu davranış açıkça çocuğun ayrımcılığa uğramasının önünü açmıştır. Zira çocuğun koruma altında olduğu vurgusu, onun diğer çocuklardan farklı bir konumda olduğunun altını çizmektedir.  Bu nedenle çocukların ve özellikle bu şekilde korunma ihtiyacı olan çocukların dezavantajlı konumları ve adı üstünde ‘korunma’ gereksinimi göz önünde bulundurulduğunda, mahremiyetlerinin korunması daha hassas bir değerlendirmeye tabi olmalıdır.

          * Son örneğimiz ise: Cinsel istismara Uğramış Çocuk Örneği

İçinde bulunduğumuz dönemde sosyal ağlarda gündeme gelen konu başlıklarından bir diğeri ise cinsel istismara uğramış çocuklardır. Haberlerde yahut kamuoyunda tepki oluşturma, gündem yaratma veya ifşa amacıyla özellikle sosyal ağ platformu Twitter’da, cinsel istismara uğrayan çocuğun ismi, yüzü, yerleşim yeri, ebeveynin kimliği gibi onu tanımlayabilecek bilgiler sıkça paylaşılmaktadır. Özellikle 2019 yılında “Elmalı Davası” olarak bilinen ve iki kardeşin, anneleri ve üvey babaları tarafından istismar edildiği iddiasını içeren davaya ilişkin bilgiler internet ortamına kontrolsüzce yayılmış durumdadır. Haberler incelendiğinde ise her ne kadar çocukların görüntülerine doğrudan yer verilmese de, yaşlarına ve yaşadıkları yere ilişkin sunulan ayrıntılı bilgiler, ifşa amaçlı ebeveynlerinin isim-soy isimlerinin, resimlerinin sansürsüz şekilde paylaşılması ne yazık ki çocukların haklarının korunmasına da engel olmaktadır. Zira paylaşılan bilgilerin çocuklarla eşleştirilmesi ve onları yaşadıkları çevrede belirlenebilir kılması neredeyse kaçınılmazdır. Dolayısıyla doğrudan çocuğa ilişkin bilgilerin paylaşılması değil; çocuğu tanınır, ayırt edilir kılacak her türlü bilgi paylaşımı, çocuk için mahremiyet ihlali teşkil etmektedir. Yine somut örnekte çocukların, istismarı konu alan el çizimleri yayınlanmıştır. Oysaki bu çizimlerin birer kişisel veri niteliğinde olmasından öte yayılmasının travmayı tekrar tetikleyebilecek olması, ihlalin ayrı bir boyutudur. Yani çizimler mağdur çocuklarla ilişkilendirilemese dahi o çizimlerin internet ortamında yayılır olması hali, çocuğun manevi bütünlüğünün korunması hakkına yönelik başlı başına bir ihlaldir.  Dolayısıyla yaşadığı olaya ilişkin bilgilerinin sürekli karşısına çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kalan çocuk, geçmişteki mağduriyetinden sıyrılamamakta ve aslında ikinci kez mağdur olmaktadır.

Görüleceği üzere mağdur çocuğun görüntülerinin paylaşılması kişilik hakkının bir uzantısı olarak; kişisel verilerinin veya mahremiyet, onur ve saygınlık gibi kişilik değerlerinin zedelenmesine neden olmaktadır. Şüphesiz ki bu durumda internetin gücü de etkili olmuştur. Zira internet ortamında bilgi saniyeler içerisinde ve çoğu zaman hiçbir süzgeçten geçirilmeden paylaşılmakta ve yayılmaktadır. Ayrıca klasik medyadan farklı olarak artık haberler sadece paylaşıldığı anda değil, internet haber arşivlerinin ve arama motorlarının da etkisiyle kalıcı şekilde görünür ve kolay ulaşılabilir hale gelmektedir. Dolayısıyla internet ortamında bu görüntülerin sürekli yayılıyor ve depolanıyor olması çocuğun sadece mevcut zamandaki özerkliğinin değil, ilerleyen sürece yayılan sosyal kimliğinin de tehdit altına alınmasına neden olmaktadır. Çocuğun yaşadığı mağduriyeti veya geçmişini geride bırakması önlenmektedir. Sonuç olarak mağdur çocuğun sürekli olarak travma ile yüzleşmesi halinde ‘unutma’, toplum tarafından hatırlanması halinde de ‘unutulma’ hakkı ihlal edilmektedir. Bu açıklamalar ışığında, yapılan haberler sebebiyle maddi ve manevi bütünlüğü sarsılan mağdur çocuk için internet ortamındaki yayınlar için şartlarını sağlaması halinde 5651 sayılı Kanun’da yer alan koruma yolları, KVKK’daki veri koruma yöntemleri ve elbette ki TMK kapsamındaki kişiliği koruyucu davalar ile tazminat davaları söz konusu olabilecektir.

Sonuç olarak, paylaşılan bilgilerin gerçek olması ve haber niteliğini taşıması, doğrudan haber konusu çocuğun görüntülerinin paylaşılabileceği sonucunu doğurmaz ve bunu meşru kılmaz. Yine mağdur çocuğa yönelik detaylar, toplumun tamamını aydınlatmaya ve bilgilendirmeye yönelen üstün kamu menfaatine hizmet etmez. Bu nedenle çocuğun tanımlanmasına neden olabilecek bilgiler olabildiğince bulanıklaştırılmalı (pseudonymisation) ve hatta anonimleştirilmelidir (anonymisation). Bununla birlikte bulanıklaştırma dahi çoğu zaman çocuğun belirlenebilir/tanınır olmasının önüne geçmemektedir. Oysaki söz konusu haber örneklerinde çocuğun maddi ve manevi bütünlüğünün korunması üstün menfaat teşkil etmektedir. Bu aynı zamanda Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesinde yer alan “(k)amusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yüksek yararı temel düşüncedir” düzenlemesinin bir yansımasıdır. Böylelikle çocuğa yönelik her uygulamada bu ilke ön şart olarak dikkate alınmalıdır. Bu nedenle çocuğun kimliği hiçbir surette paylaşılmamalı, buna yönelik her önlem basın veya devlet makamları alınmış olmalıdır. Devletin temel amaç ve ödevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. madde hükmünde açıkça devletin görevleri arasında kişilerin “maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” olduğuna yer verilmiştir. Bu doğrultuda konumuz özelinde devlete, çocuğun maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına müdahale etmeme yükümlülüğü yüklenmişken, aynı zamanda bu hakkı koruması gerektiği düzenlenmiştir. Böylece devletin hem pozitif hem de negatif yükümlülüğü söz konusudur. Dolayısıyla devlet, pozitif yükümlülüğü kapsamında, çocuğun görüntü ve diğer verilerinin paylaşılmaması yönünde toplumsal bilincin ve farkındalığın arttırılmasında da ayrıca rol oynamalıdır. Yine internet etkisi göz önünde bulundurulduğunda basının ‘tıklama sayısı’ veya ‘etkileşim oranı’ kaygısıyla değil, basın meslek ilkelerine uygun hareket etmesi ve hatta klasik basın hukuku ilkelerine nazaran daha özenli davranması gerektiği aşikârdır.

 

Paylaş