TOPLUMSAL CİNSİYET PERSPEKTİFİNDEN ANTİK ROMA EV HALKINA KISA BİR BAKIŞ
-
14 Mayıs 2021
GİRİŞ
Toplumsal cinsiyet, bugün modern dünyaya ilişkin olduğu gibi, antik dönemlere ilişkin anlayışımızın da merkezinde yer almaktadır. Esasen, geçmiş ve şimdiki zaman, toplumsal cinsiyet perspektifinde karmaşık bir diyalog içindedir.
Modern bilim insanları toplumsal cinsiyeti, toplumun kadın ve erkeğe cinsiyeti üzerinden atfettiği kuralları ve inançları ifade etmek üzere kullanmaktadır. Genellikle, “biyolojik cinsiyet” olarak ifade edilenin kadın ve erkeği, anatomik ve genetik özellikleri ile birbirlerinden ayırdığı; “toplumsal cinsiyet”in ise, kültür üzerine yapılandırıldığı anlaşılmaktadır. Cinsiyet bir gerçeklik olmakla birlikte, sabit bir kavram olmayıp, sürekli biçimde toplumlar tarafından yeniden yorumlanmış ve tanımlanmıştır. Üstelik cinsel kimlik, boşlukta kalan bir kavram olmayıp; nesil, sınıf, hukuki statü ve yaşa bağlı normatif ayırımlar gibi diğer kategorik sistemlerle kesişip, bütünleşmektedir. Hatta bu bağlamda denilebilir ki, aristokrat Roma vatandaşları, Antik Roma toplumunda var olan kölelik kavramından ziyade, kendilerini değişik şekillerde belirlenen cinsiyet normlarına bağlı olarak kimliklendirerek bu tecrübeyi yaşamışlardır[1].
Aynı zamanda, toplumsal cinsiyet, toplum halindeki yaşantının ve kişisel kimliklerimizin temel bir parçası olmasından kaynaklanan anlaşılabilirliği ile, genel olarak her dönemde olduğu gibi, antik dönemlerin en etkileyici yönlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Antik Yunan ve Roma’da toplumsal cinsiyet kavramının büyük bir kısmı, modern toplumlarda genel olarak anlaşıldığı gibi anlaşılmamıştır. Çünkü toplumsal cinsiyet, büyük ölçüde, her düzeyde değişim olasılığına açık bir toplumsal fenomendir. Bu bakımdan, antik toplumlarda cinsiyet, insan bedenlerinin erkek ve kadın olması gerçekliğinin ötesinde, toplumsal ve siyasal yaşamın diğer yönlerini kategorize etmek ve hiyerarşikleştirmek için önemli bir metafor haline geldiğinden, esasen, hayati öneme sahiptir[2].
I. Antik Dönem Edebiyatı ve Felsefesinde Toplumsal Cinsiyet
Homeros’un destanlarından[3] Roma dönemine kadar klasik Antik dönem edebiyatı, toplumsal cinsiyet hakkında renkli bilgilerle doludur. Özellikle cinsiyet meseleleri ve günümüzde sosyal psikolojide, belirli birey türleri veya belli davranış biçimleri hakkında yaygın olarak benimsenen herhangi bir düşünce olarak ifade edilen kalıpyargılar (stereotipler)[4], karakteristik olarak, trajedi, komedi, aşk şiiri, hiciv, roman ve tarihsel düzyazı gibi farklı edebi formlarda belirgin biçimde kendini göstermektedir[5].
Cicero ve Pliny the Younger’ın mektupları[6]; üst sınıfta yer alan Romalıların çevrelerindeki dünyayı, cinsiyetin merkezi bir rol oynadığı arkadaş ve aile ilişkileri bağlamında, nasıl algıladıklarını ortaya koymak bakımından günümüze ışık tutmaktadır[7].
Yunan ve Roma felsefi yazınlarında da, düzenli olarak farklı şekillerde toplumsal cinsiyete atıf yapılmaktadır. Platon’un Sokratik diyaloglarında, örneğin, eril homoerotik ilişki formu hem genel durumun hem de içeriğin bir parçasını oluşturur ve muhtemelen eserlerinden, Symposion ve Phaidros bunun en ünlü örnekleridir[8]. Demokrasinin temellerinin atıldığı, buna karşın kadın ve erkeğin yaratılıştan eşit olmadıkları düşünülen Atina’da, topluma zıt düşünceler sunan Platon, kadına farklı haklar verilmesi gerektiğini savunur. Platon, kadın ve erkeğin yaratılıştan ayrı olduğunu kabul etmekle birlikte, ona göre bu ayrılık, sadece cinsiyete dayalı biyolojik farklılıktan ibarettir. Platon bu ayrımı önemsemeyerek kadınlarla erkeklerin aynı işi yapabileceklerini savunmaktadır; hatta, “devlet yönetiminde kadının kadın olduğu için; erkeğin de erkek olduğu için daha iyi yapacağı bir iş yoktur”. Yaratılıştan her iki cinste de aynı güçler olduğunu, kadının da erkek gibi aynı işleri yapabileceğini savunur. Ancak, diğer taraftan kadının hiçbir işte erkekler kadar iyi olamayacağını da vurgulamaktan kaçınmaz. Bu nedenle, Platon’un ‘Devlet’i, erkek gibi kadın yaratma odaklı bir düşünce sistemi geliştirmektedir[9].
Aynı şekilde, Xenophon, Aristoteles[10], Cicero ve Plutarch’ın da, sosyal ve siyasal örgütlenme bağlamında toplumsal cinsiyet konusuna[11] değindikleri görülmektedir. Her ne kadar antik dönem filozofları, cinsiyetin, ailenin, ev halkının, devletin, kozmozun ve vücudun bir parçası olarak o dönemlerde nasıl algılandığına dair günümüze büyük oranda bilgi aktarımında bulunsalar da, bu felsefi yaklaşımları çoğunlukla beraberinde ahlaki ve idealize edici bakış açılarını da göstermektedir[12].
Cicero’nun, Cumhuriyet Dönemi sonlarındaki yargılama savunmaları da, benzer şekilde o dönemdeki cinsiyete dayalı düşüncelerin neler olduğu hakkında bilgiler içermektedir. Bu savunmaların yanı sıra çoğunluğu Latince olan hukuki metinler, cinsiyetin yön verdiği resmi devlet yapısını da ortaya koymaktadır[13].
Antik Yunan ve Roma medeniyetlerine dair toplumsal cinsiyet algısının anlaşılabilmesi bakımından, bazen yasal düzenlemeleri de içeren yazıtlar günümüze ulaşan bilgi kaynakları olarak farklı yorumlamalara açık olmaları ile birlikte, değerli bilgiler içermektedirler. Zira epigrafik metinler, arkeolojik bulgular, yapı ve malzeme kültürü gibi kanıtların kullanımı ve yorumlanmaları kolay değildir. Örneğin, Antik Yunan toplumunda giyim şekilleri, cinsiyet rolleri, mitolojik anlatılar gibi pek çok bilgi, günümüzde yapılan arkeolojik çalışmalar ışığında elde edilen sanat yapıtları vasıtasıyla kazanılmaktadır. Özellikle heykeller ve vazo resimlemeleri Antik Yunanla ilgili araştırma yapan tarihçiler için çok geniş bir kaynak oluşturur. Bu yapıtlar, toplumla, yaşamla, giyimle ve cinsiyetle ilgili küçük ancak önemli ipuçları vererek dönemin daha anlaşılır kılınmasını sağlarlar. Buradaki sorun, sadece sanat yapıtlarının değil yazılı metinlerin de kadının değil erkeğin perspektifinden geçerek bugünlere ulaşmış olmalarıdır. Yani kadınlar, olması gerektikleri gibi değil, erkekler tarafından olması istenilen formlar olarak betimlenmiştir[14]. Bugün, farklı türlerdeki bu tür bilgi kaynaklarını sıralayarak ve birinin diğeri ile olan ilişkisini yorumlamada objektifliği sağlayarak toplumsal cinsiyetin yorumlanmasındaki karmaşıklıkla başa çıkabilmek bakımından daha iyi konumda olduğumuz söylenebilir.
Toplumsal cinsiyet, Yunan ve Roma edebiyatının temel bir temasıdır ve doktrin tarafından çok tartışılarak, titizlikle edebi eleştiriye tabi tutulmuştur. Özellikle, bu eski medeniyetlerde, toplumsal yapıda cinsiyet ilişkilerinin en alışılagelmiş şekilde karşımıza çıktığı ve öğrenildiği çekirdek alan ev halkı (hanehalkı) ve ailedir. Aristoteles ve Cicero, devletin ev halkı üzerinden modellendiğine inanıyordu ve bir ölçüde de bu ev halklarının yapı taşı olarak, bir dizi eski devlet bakımından model olmaları ile farklı biçimlerde hizmet ettikleri doğruydu[15].
II. Antik Roma’da Ev Halkı
Her ne kadar “ev halkı” ve “aile” terimleri, günümüzde bizim için ifade ettikleri anlamları ile tam olarak örtüşmese de, Antik dünyada son derece anlamlı kavramlardı. Bu noktada karşımıza iki önemli Latince terim çıkmaktadır: domus ve familia. Bu terimlerin her ikisi de “ev halkı” veya “aile” anlamına gelebilmekteydi; ancak aralarında bazı önemli farklara işaret eden değişik kullanımları da söz konusuydu.
"Domus” teriminden başlayacak olursak, Roma tarihinde “bir aile reisinin hakimiyetinde aynı çatı altında yaşayan herkesin oluşturduğu aile grubu” anlamında geldiği gibi; eski Yunancadaki karşılığı olarak salt “ev” esas alındığında “evin fiziksel varlığı”na işaret ettiği düşünülse de, Antik Roma’da sadece fiziksel özellikleri ile madden evi değil, ev ahalisinin birbirleri ile ve belirli durumlarda üçüncü kişiler ile giriştikleri ilişkilerden doğan yükümlülüklerin, kazanımların ve yetkilerin hukuki toplamını kapsar şekilde kullanıldığı da görülmektedir[16]. Ancak domus teriminin kullanımı, Antik Roma’nın sosyal ve hukuki tarihi boyunca, yukarıda ifade edilen anlamları ile sınırlandırılmadan, “fiziksel olarak ev/konut”, “dar anlamı ile aile (potestas altındakiler, in domino köleler ile beraber)”, “geniş anlamı ile aile (tüm agnatik ve cognatik hısımlar)”, “ailenin malvarlığı”, “hanedan”, “hakimiyet alanı”, “onur/güç ve statü sembolü” anlamlarına gelecek şekilde kullanıldığı da görülmektedir[17].
Yunanların aksine Romalıların az sayıda da olsa hukuki terimlerin tanımlarını verdikleri metinlerle karşılaşmaktayız. Bunlardan biri de, Ulpianus’un “Terimlerin Anlamı Üzerine” (de verborum significante) başlıklı kısmında, "Familia” teriminin anlamlarını gördüğümüz ve muhtemelen interpolatio[18]’ya uğramış olan Digesta metnidir (D.50.16.195.1-4). Ulpianus’un ilgili metni, “eril” teriminin sıklıkla her iki cinsiyeti de kapsadığını ifade ederek başlar. “Familia” teriminin çeşitli şekillerde anlaşıldığı görülür: XII Levha Kanunu’ndaki kullanımı (adgnatus proximus familiam habeto[19]) örnek verilerek, “malvarlığı”, “azatlı ve köle toplulukları”, “ister hukuki ister tabii olarak potestas altındaki bireylerin teşekkül ettiği aile” ve “aynı ataya kan bağı ile bağlı olan tüm kişiler” olarak anlaşılmaktadır. Bu metinde “familia” teriminin kullanımlarına bakıldığında “domus” terimi ile anlamsal yakınlığı göze çarpmakta ve aynı ataya kan bağı ile bağlı olma kullanımında da kavramsal olarak “gens”e yaklaşmaktadır[20].
Hukuki metinlerdeki farklı terimsel karşılıkları yanında “familia”, şehir devletini (civitas) oluşturan en küçük yapı taşıydı. Şehir devleti kurulmadan önceki dönemde aile, insan ve mallardan (hayvanlar, maddi şeyler) meydana gelen en küçük birimdi ve kan akrabalığına, her bir aile için farklı olan dini bir inanışa ve aile reisinin (pater familias) mutlak hâkimiyetine dayanmaktaydı. Başlangıçta aile, pater familias’ın ölümünden sonra gerek sosyal gerekse malvarlıksal açıdan dağılmaz ve pater’in alt soyundan oluşan yeni ailelerin meydana gelmesi söz konusu olmaksızın, bir birlik halinde yaşardı (consortium ercto non cito).
Aile bağı ve pater’in potestas’ının altında olmak, adrogatio aracılığı ile gerçekleşirdi. Adrogatio ile bir aile, bütün olarak başka bir ailenin pater familias’ının hâkimiyetine girmekteydi. Burada sağlararası veraset söz konusu olurdu. Aile bağının kopması, aile ile olan önceki hukuki bağların da sona ermesini getiriyordu[21].
Engels’e göre, başlangıçta tüm kabileler içinde analık hukuku hâkimdir. Servetin artışı, bir yandan aile içinde erkeğe kadından daha önemli bir yer kazandırır, bir yandan da bu durumu geleneksel miras düzenini çocuklar yararına değiştirmek için kullanma eğilimine girer. Ancak soy zincirinin analık hukukuna göre hesaplanması yürürlükte oldukça, bu mümkün olmaz. O halde bu durumun değişmesi gerekmiştir ve bu hiç de güç olmamıştır. Zira devrim, bir gens’in yaşamakta olan üyelerinden bir tekinin bile durumunda herhangi bir değişiklik yapma gereğini duymadı. Gens üyeleri önceki durumlarında kaldılar. Yalnızca gelecekte, erkek üyelerin çocuklarının gens içinde kalacaklarını, kadın üyenin çocuklarının ise buradan çıkarılarak babanın gens’ine geçeceklerini kararlaştırmak yeterliydi. Böylece, kadın tarafından hesaplanan soy zinciri ve analık miras hukuku kaldırılmış, erkek tarafından hesaplanan soy zinciri ve babalık miras hukuku kurulmuştu. Bu iş tamamen tarih öncesi döneme ilişkindir[22].
Analık hukukunun yıkılışı kadın cinsinin tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile yönetimi elde tutan erkek oldu. Kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi. Erkeklerin tekelci egemenliği kurulduktan sonra, bunun ilk etkisi o zamanlar ortaya çıkan ataerkil ailenin aracı biçimi içinde kendini gösterdi. Bu aile biçimini en başta belirleyen şey, özgür ya da değil, belirli sayıdaki kimselerin, aile reisinin kaba otoritesi altında bir aile kurarak örgütlenmesidir. Bu ataerkil aile içinde, aile, çok-eşli yaşar (kölelerin bir karısı ve çocukları vardır) ve bütün bu örgütlenmenin asıl amacı, sınırları belirli bir alan üzerinde sürülerin korunmasıdır. Asıl önemli olan, kölelerin aileye katışması ve baba otoritesidir. Bu nedenle bu ailenin en yetkin örneği Roma ailesidir.
Engels’e göre, başlangıçta familia sözü, günümüz aile anlayışını dile getirmezdi[23]. Antik Roma’da familia her şeyden önce, hatta karı-koca ile bunların çocukları için değil, yalnızca köleler için kullanılır. Foimulus “evcil köle” anlamına gelirdi ve bu anlamı ile familia, bir tek adama ait olan kölelerin tümü demektir. Familia, vasiyetle ilgili düzenlemelerde patrimonium’a eş olarak kullanılıyordu, mirasçıya geçen paydı. Familia, Romalılar tarafından içinde paterfamilias’ın, kadın, çocuklar ve belirli sayıda köleyi, babalık otoritesi altında tuttuğu ve hepsi üzerinde yaşatmakya da öldürmek hakkına sahip bulunduğu yeni bir toplumsal örgütü belirlemek için türetildi[24]. Bu geniş anlamı ile familia, Romalıların “ev halkı”nı ifade eden anlamına yaklaşmıştır. Bu bakımdan Roma ev halkı, genellikle biyolojik ailenin bir parçası olmayan kişileri de içeriyordu. Ev köleleri (vernae) bu fenomenin en bariz örneğidir, ancak tek örneği değildir. Burada son olarak belirtilmesinde fayda görülen husus, tüm ince farklılıklarına karşın, gerek ev halkı (domus) gerek aile (familia) terimlerinin “hem kölelerini de kapsar biçimde aileyi” hem de, o ailenin özgür üyelerini dışarıda bırakarak, münhasıran ailenin kölelerini ifade edebildikleridir[25].
Ev halkı üzerinde otorite sahibi olan ailenin babası (pater familias) olarak görevlendirilir ve henüz çocuğu olmasa bile o şekilde adlandırılırdı. Zira burada aile babalığı kendisinin otoritesi altındakiler üzerinde sahip olduğu haklardan kaynaklıdır. Bu bakımdan paterfamilias’ın aile içindeki görünümü biyolojik bir babadan çok, ailenin yönetimi ile ilgilenen bir yönetici şeklindedir[26]. Baba hakimiyeti hem hukuki hem de tarıma dayalı Roma ekonomisi olarak ifade edebileceğimiz doğal bir nedene dayanmaktadır. Buradaki ailenin yönetimi, bu ekonomik anlama işaret ettiği gibi, hukuki ve manevi yönleri de, elbette, kapsamaktadır.
Roma ailesinde paterfamilias statüsünü kazanabilmek için, erkek olmak ve bir aile babasının egemenliği altında bulunmamak şartları birlikte aranmaktadır. Bunun dışında bir yaş sınırlaması söz konusu olmayıp, aile babasının ölmesi durumunda hakimiyeti altındaki erkek aile evlatları, evlenmiş olsun ya da olmasın, çocuk sahibi olsun ya da olmasın, aile malvarlığının kendisine intikal etmesi ile paterfamilas statüsünü kazanırdı[27]. Böylelikle aile babasının ölümü ile, erkek evlatlarının sayısı kadar yeni aile meydana gelirdi. Aynı şey, hakimiyetten çıkartılan bir erkek aile evladının durumunda da gerçekleşirdi, çünkü bu şekilde kendi hakimiyetine tabi olduğu zaman kendi ailesine de sahip olan bir paterfamilias olurdu. Kadınlar ise, paterfamilias’ın infamis veya gaip olduğu ve hatta öldüğü hallerde dahi, hiçbir şekilde paterfamilias olamazlar[28].
Paterfamilias’ın ölümü ile ortaya çıkan bu ailelerin mensupları, birbirleri ile olan agnatio hısımlıklarını korumaya devam ederler[29].
“Ev halkının başı” olarak paterfamilias, Roma ailesinin ve daha geniş olarak toplumun ataerkil özelliğini, elbette ortaya koymaktadır. Paterfamilias teriminin edebi metinlere oranla hukuki metinlerde daha çok görüldüğü söylenebilir. Ancak çoğunlukla, her iki türdeki metinlerde de, ağırlıklı olarak, paterfamilas teriminin kullanımı ailevi ilişkilere atıfta bulunmaksızın, “mülk sahibi” anlamına işaret etmektedir.
Toplumsal cinsiyete dayalı bir bakış açısıyla, paterfamilias’ın anlamı, klasik Latince metinlerinde geçen materfamilias teriminin kullanımlarının paralel bir araştırması irdelendiğinde, özellikle hukuki metinler bakımından materfamilias, karşılaştırmalı olarak kesin bir tanım veya özel kullanım sağlamaz.
Çok geniş bir toplumsal statü yelpazesinde yer alan kadınlar, hukuki metinlerde, örneğin kız evlatlar, manus’lu evliliklerle aileye dâhil olan kadınlar, sui iuris kadınlar, uxor, matrona ve materfamilias’lar, concubina’lar, azatlı kadınlar olarak yer almışlardır. Familia kavramı dar anlamı ile, evlilik birliği açısından ele alındığında, kocanın karşısında yer alan kadını karşılayan terim olarak evli kadın anlamına gelen “uxor” ile karşılaşmaktayız[30]. Hukuki metinlerde uxor’un yanı sıra, aile içerisindeki kadına işaret eden diğer iki kavram olarak “matrona” ve “materfamilias” karşımıza çıkar. Çoğu metinde matrona ve materfamilias kavramlarının birbiri yerine ya da birbirini kapsayacak şekilde kullanıldığı görülmektedir[31].
Klasik Dönemde, çok geniş yelpazede anlamlar taşıdığı görülen materfamilias, esasında bir toplumsal imtiyaz olarak varlık göstermiştir. Materfamilias’a ilişkin olarak, manus altındaki kadın, sui iuris kadın, iyi ahlaka uygun yaşayan kadın ve uxor olmak üzere en az dört anlamı ile karşılaşılmaktadır[32].
Ulpianus ve Papinianus’un metinleri ile birlikte, ulaşılan nihai noktada materfamilias, evli olsun ya da olmasın, “toplumda itibar gören” tüm kadınlar için kullanılır hale gelmiştir. Kaynağını saygınlıktan alan bu unvanın sonucu olarak, kadın evin düzenine, işleyişine ilişkin işlerde “sahibe” olarak anılmaktadır. Dolayısıyla, esasında bu kavram, paterfamilias’ın karşısında, hukuktan bağımsız, kadının cinsel onuru, saygınlığı gibi toplumsal cinsiyetçi olgulara dayandırılan ve ev içinde kadını konumlandıran cinsiyet eşitsizliğine dayanan sosyal bir ifade olarak yer almıştır. Sonuç olarak, hukuki ve edebi metinlerde materfamilias üzerinden akla getirilen cinsel onur üzerindeki güçlü vurguyu göstermek için “bir hanenin ev sahibesi”, “saygın bir evli kadın”, “bir matron” şeklinde kullanılmaktadır[33]. Böylece, klasik kullanımda materfamilias, meretrix veya paelex veya concubina veya ancilla karşıtı olarak tanımlanmıştır.
Ulpianus’a ait bir başka metinde de, materfamilias teriminin iki farklı yönünü vurgulanmıştır: babasının potestas’ından bağımsız ve mülkiyet hakkına sahip olabilen bir kadın[34].
Diğer yandan materfamilas’ların şahsiyeti cinsel saldırılara karşı hukuken savunmasızdı. Bu bakımdan Roma Hukukunda şahsiyeti koruyan iniuria davasının[35] son derece cinsiyetçi bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek mümkündür. Erkekler için şahsiyete tecavüz olarak sayılan haksız fiiller domus’a zorla girilmesi gibi fiillerken, kadınlar için şahsiyete tecavüz fiilleri cinsel şereflerine/onurlarına hakareti ifade ediyordu: örneğin, kamuya açık bir alanda bir materfamilas’ın peşinden koşulması, ona bağırılması veya kölesinin baştan çıkarılması gibi[36].
Actio iniuriarum’u anlatan Digesta metinleri, bir materfamilias’ın onuruna karşı girişilen hakaretin, aynı zamanda, kocasının ve babasının (kendi paterfamilias’ının hâkimiyetinde ise) onuruna da aykırı kabul edildiğini ve bu sebeple onlara da faile karşı ayrı dava hakkı tanındığını göstermektedir[37].
SONUÇ
Evlilik, ev halkı ve aile, Klasik Antik Çağda cinsiyeti anlamak için anahtar kavramlardır. Herhangi bir çocuğun ilk kez erkek ya da kadın olmayı öğrendiği sosyal mecra, Yunan ya da Roma toplumlarında görüldüğü üzere; aile, evlilik, akrabalık, birlikte kalma/müşterek ikamet, birliktelik, müesseseleri ile bir araya getirilen insanların kümelenmeleriydi. Paterfamilias ve materfamilias kavramlarının paralel yapılarına rağmen, cinsiyete dayalı çağrışımlarında esasen tamamen bir eşitsizliğe dayandığı, kadının cinsel onuru üzerinden tanımlamalara maruz kaldığı aşikardır. Ancak her iki terimin de, Roma söyleminde ebeveynlikle ilgili kullanılmadığını, bu terimleri karşılayan klişe karşılıkların “babalık” ve “annelik” ile ilgili olmadığını söyleyebiliriz. Diğer bir ifade ile paterfamilias, çocuğu veya eşi olsun olmasın bir mülk sahibi ve bir materfamilias da, daha çok çocuk sahibi ya da değil cinsel olarak saygın bir kadındı. Ev halkının hiyerarşisi, üyelerini birbirine bağlayan birçok bağ ile güç ve otorite arasındaki asimetrik ilişkilere dayanmaktaydı. Antik Roma’da toplumsal statü ile birleştirilen cinsiyetin, bireyler için eylemleri ve olasılıkları şekillendirmenin güçlü ve etkili bir kombinasyonu olduğunu söylemek mümkündür.
Dipnotlar
[1] Matthew J. Perry, “Defining Gender”, The Oxford Handbook of Roman Law And Society, (ed.,Paul J. Du Plessis/Clifford Ando/Kaius Tuori), Chapter 33, Oxford, 2016, s. 432.
[2] Lin Foxhall, Studying Gender in Classical Antiquity, Cambridge, 2013, s. 3-4.
[3] İnsanlığın en eski erkeklik hikayelerinden biri “Odysseia”, kadınlık ve erkeklik halleri arasındaki asimetri açısından bugün de güncelliğini korumaktadır. https://t24.com.tr/k24/yazi/odysseianin-erkekleri-ve-kadinlari,1624, (Erişim Tarihi: 15.05.2020)
[4] Toplumsal cinsiyet dilinin sorumluluk ölçütleri, ekonomik davranışlar ve ev halkı yönetimi ile ilgili toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının tartışılmasına dayanmaktadır. Suzanne Dixon, “The Roman Family (Ancient Society and History)” kitabında infirmitas sexus ifadesinde yer alan, kadın zayıflığı kavramının, Antik Yunan’dan aktarıldığını ve Roma cinsiyet stereotiplerinde yer almasının nispeten geç bir gelişme olduğunu ifade etmektedir. Ancak, sorumluluk sahibi bir aile reisine dair olumlu klişenin, Cumhuriyet Dönemi edebiyatında “bonus ya da diligens paterfamilias” ifadesinde, zaten erkek olarak cinsiyetlendirildiği de görülmektedir. Richard P. Saller, “Paterfamilias, Materfamilias and the Gendered Semantics of the Roman Household”, (Paterfamilias), Classical Philology 94, 1999, s. 188.
[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. Defne Yılmazcan, Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyetin İnşası, İstanbul, 2020.
[6] Ayrıntılı bilgi için bkz. Genç Plinius'un Mektupları, Gaius Plinius Caecilius Secundus, (çev. Levent Keskin), İstanbul, 2018.
[7] Foxhall, s. 17; Leonard A. Curchin, “The Roman Family: Recent Interpretations”, Zephyrus 53-54, 2000-2001, s. 536.
[8] Foxhall, s. 17.
[9] Duygu Kocabaş Atılgan, “Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Temsili”, Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi 10, 2013, s. 18.
[10] Aristoteles, cinsiyetler arasındaki farklılıkları en çok hayvanlarla ilgili araştırmalarına yer verdiği çalışmalarında vurgulamıştır. Aristoteles’e göre kadın ve erkek aynı doğal yapıyla yaratılmamışlardır. Kadınlar erkeklerle kıyaslandığında, zekadan yoksun varlıklardır. Bu yüzden insanı oluşturan maddenin kadın tarafından, asıl önemli olan zeka, hareket ve gücün erkek tarafından sağlandığını savunurdu. Charles Freeman, The Greek Achievement: The Foundation of The Western World, NewYork, 2000, s. 286.
[11] Elbette günümüz bakış açısı ile toplumsal cinsiyet perspektifinde değerlendirilmektedir.
[12] “Bilgenin Sarsılmazlığı Üzerine” adlı eserinde de söylediği gibi Seneca’nın, “üzerinden geçmeye çağrıldığımız yol dik ve zorludur”, “insan düz yolu değil, bu yolu tercih ettiğinde bilge olacaktır”, “İşkence gereçleri benden uzak olsun ama işkence altındayken onlara katlanmak zorunda kalırsam, bunu cesaretle yapacağım”, “Savaşı istemem ama savaş çıkınca savaşın getirdiği tüm kötülüklere ve zorluklara katlanabileyim”, “Hasta olmayı istemem ama olursam «erkekçe» direneceğim” ifadelerine rastlıyoruz. Bu noktada Senaca’nın “erkeklik” vurgusu, bugünkü modern anlayışla elbette cinsiyetçidir ancak hem Roma kültüründe hem de Stoa felsefesinde ve Seneca literatüründe “erkeklik” olgusunun temel erdemlerden olan cesaretle doğrudan ilişkisi vardır. Erdem yani virtus kelimesi bile, ilkin “adam” anlamındaki vir kelimesiyle doğrudan ilgilidir. Seneca, birçok yerde toplumsal kusurlardan ama özellikle de gençlerin kusurlarından şikayet ederken erkeklerin kadınsılığını, görünen bir gerekçe ve sorun olarak anlatır. Kadınsılık bu bağlamda, elbette zayıflıktır. Bu, sorunlar karşısında ağlamaktan başka bir şey yapmayan, günümüzde belki metroseksüel olarak nitelendirilebilecek ölçüde bakımlı, makyaj yapan ve yürümek yerine adeta kıvıran erkeklerin zayıflığıdır. Cengiz Çevik, “Seneca ve Bilge”, İstanbul Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, 22.05.2018 tarihli Seminer Dersi, İstanbul.
[13] Foxhall, s. 18.
[14] Kocabaş Atılgan, s. 22.
[15] Yöneten ve yönetilen ayırımının olduğu bir devlet modeli öne süren Aristoteles, bu modelin toplumun en küçük birimi olan ailede başlayacağını savunur. Ailenin gereklerinin yerine getirilmesi için erkeğin yani yönetenin, bir kadın ve bir köle yani yönetilen edinmesi gerektiğini, zamanla bu topluluğun gelişip köy ve devleti oluşturacağını savunur. Özgür bir ev halkının yönetimi monarşiktir. Çünkü evin tek bir yöneticisi vardır: Erkek. Yönetim üst düzeyde ve olgunlaşmış bir yönetim olmalıdır ve tamamen aklın kullanılma yetisiyle ilgilidir. Kadın da akla sahiptir, ancak onu kullanabilecek bir kapasitesi olmadığı için kocasının yönetiminde yönetilen konumundadır. Evde yaşayan çocuklar henüz olgunlaşma evrelerini tamamlayamadıklarından, baba tarafından yönetilmek zorundadırlar. Aristoteles bu yüzden evin içinde 3 farklı yönetim şekli kurulmalıdır der. Erkeğin karısı üzerinde kuracağı ‘devlet adamının yönetimi’dir, kölenin üzerindeki yönetimi ‘efendi-köle yönetimi’ şeklinde olmalıdır, çocuklarının üzerindeki yönetim de ‘kralca bir yönetim’dir. Erkek bu formüle göre yönetilen üzerinde hem despotluğunu kullanacak hem de kocalık görevlerini yerine getirecekti. Bunun yanında çocuklar üzerindeki yönetimiyle de babalık haklarını korumuş olacaktı. Ahmet Girgin, “Girgin, “Platon ve Aristoteles’te Kadın”, http://www.girgin.org/ansiklopedi/yunandakadin.htm (8.09.2020).
[16] B. Yiğit Sayın, Roma’da Köle ve Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2020, s. 302.
[17] Sayın, s. 302.
[18] Interpolatio: Yazılı bir metin üzerinde anlamını veya kapsamını değiştirmek, bazen kısaltmak veya basitleştirmek için bile yapılan değişikliktir. Iustinianus’un emri ile Corpus Iuris Civilis’i derleyen hukukçuların, klasik hukukçulardan parçalar halinde aldıkları metinler ve imparator emirnameleri üzerinde yaptıkları değişiklikler için kullanılan tabirdir. Bunların yapılmasının sebebi, Klasik Roma Hukukunu, zamanın zihniyetine ve adalet fikrine uydurmaktı. Ziya Umur, Roma Hukuku Lügatı, İstanbul 1983, s. 95.
[19] Malvarlığı en yakın agnatik hısıma bırakılsın.
[20] Sayın, s. 303.
[21] Bu genel değerlendirmede, değerli meslektaşım ve dostum Dr. Başak Karaman Derinel’in hazırlamış olduğu ancak yayınlanmamış Roma Kamu Hukuku çalışma notlarından yararlandığımı belirtmek isterim.
[22] Ayrıntılı bilgi için bkz. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, (çev. Mustafa Tüzel), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.
[23] Aynı şekilde Saller de, ne “domus” un ne de “familia”nın modern aile kavramına karşılık gelecek mutat bir kullanımı olmadığını söylemektedir. Bkz. Richard P.Saller, “Familia, Domus and the Roman Conception of Family”, (Familia), Phoenix, C. 38, S. 4, 1984, s. 344.
[24] Familia terimi, tarımın ve törel köleliğin başlaması sonra kurulan Latin tribus’larındaki katı aile sisteminden daha eski değildir. Daha başlangıçta tarımsal hizmetlerle ilgili olduğuna göre, modern aile, tohum halinde yalnızca köleliği (servitus) değil, toprağa bağlılığı da kapsar. Bu aile biçimi iki başlı aileden, tek eşliliğe geçişin belirtisidir. Kadının bağlılığını sağlamak için, yani çocukların babalığını sağlama bağlamak için, kadın erkeğin insafına bırakılmıştır: adam kadını öldürürse hakkını kullanmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Tek eşli aileye geçişin amacı, babalığı kesin bilinen çocuklar yetiştirmektir, çünkü bu çocuklar, dolaysız mirasçı olarak babalarının servetine sahip olacaklardır. Tek eşli aile, iki başlı evlilikten, artık tarafların ikisinin de istedikleri zaman çözemeyeceği evlilik bağının daha sağlamlaşmasıyla ayrılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Marx, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi, (çev. Kenan Somer), Sol Yayınları, 2009.
[25] Praetor’un “hırsızlık” başlığı altındaki edictum’una göre, çiftlik sahibinin sahip olduğu gelirlerden bahsederken, familia terimini sahip olduğu kölelerin fiziksel varlıkları için kullandığı görülüyor. Bu örnekte, bütün köleler değil, ancak sadece vergi tahsilatı için tayin edilenler kastedilmekteydi. Edictum’un bir başka kısmında ise, tüm köleler dahil edilmiştir; hukuka uygun olmayan toplantılar, zorla alınan mallar ve ayrıca bir sözleşmenin feshi halinde ve malın alıcı veya ailesi tarafından daha kötü bir durumda iade edilmesi durumlarında ve son olarak zorla müdahaleye ilişkin praetor interdictumunda, familia terimi sadece tüm köleleri değil, aynı zamanda çocukları da kucaklamaktadır. Son olarak “familia” terimi ile, aynı ailenin soyundan olan tüm insanlar ifade edilmek istenebilir: Iulianus ailesi denildiğinde, hafızamızdaki belirli bir kaynaktan gelen kişilere atıfta bulunulur. Saller, Familia, s. 343. Dominus, “efendi” anlamına gelir ve ev halkı üzerindeki yetki anlamı ile de aynı zamanda domus kelimesinden türetilmiştir.
[26] Seldağ Güneş Ceylan, Roma Hukukundan Günümüze Velayet-Vesayet Hukuku, Ankara 2004, s. 32-33.
[27] Güneş Ceylan, s. 33.
[28] Jean Gaudemet, “Roma İmparatorluğunda Kadının Hukuki Durumu”, (çev. Bülent Tahiroğlu), İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, C.6, S.9, İstanbul 1972, s. 218.
[29] Paul Koschaker/Kudret Ayiter, Modern Özel Hukuka Giriş Olarak Roma Özel Hukukunun Ana Hatları, İzmir 1993, s. 87.
[30] Duygu Tahan Orhan, “Roma Hukukunda Materfamilias Kavramı”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 9, S.1 2019, s. 112.
[31] Saller, Paterfamilias, s. 194.
[32] Tahan Orhan, s. 114.
[33] Saller, Paterfamilias, s. 196. D. 50.16. 46 (Ulpianus libro 59 ad edictum): “ ... Materfamilias olarak, davranışları kendisini diğer kadınlardan ayırt ettiği için, onursuz olarak yaşamamış olan kadını anlamalıyız. Hala evli ya da vidua (dul ya da hiç evlenmemiş kadın olması) doğuştan özgür ya da azatlı olması önemli değildir zira ne evlilik durumu ne de doğum yapmak materfamilias olmayı sağlar, bunu sağlayan iyi ahlaktır.”.
[34] D. 1.6.4. (Ulpianus libro primo institutionum). Saller, materfamilias’ın buradaki kullanımının, onu aile evladından ayırmak ve paterfamilias’ın karşısında, aynı şekilde mülkiyet hakkına sahip olan kadını tanımlamak üzere, evlilikten bağımsız ve mal varlığına ilişkin haklarla sınırlı olduğuna işaret etmektedir. Saller, Paterfamilias, s. 194.
[35] Roma Hukukunda cinsel saldırı/tecavüz fillerinin iniuria (şahsiyete tecavüz) olarak sayılıp sayılmadığı hususunda ayrıntılı bilgi için bkz. Bülent Tahiroğlu, Roma Hukukunda Iniuria, İstanbul 1969, s. 103 vd.
[36] Gai. I. 3.2.20; D. 47.10.1.2; D. 47.10.15.15; D. 47.10.25.
[37] D. 47.10.1.8; D. 47.10.18.2; Gai. I. 3.221; I.Inst. 4.4.2.
* İlgili çalışma, 1-4 Kasım 2017 tarihleri arasında, Bulgaristan South-West Universitesi “Neofit Rilski” tarafından düzenlenen “Gods and People in The Mediterranean: Law, Power and Identity” başlıklı Uluslararası Konferansta, İngilizce sözlü bildiri olarak sunulmuş olup, özet ya da tam bildiri metni olarak herhangi bir yerde yayınlanmamıştır.