BÜTÜN AĞAÇLARIN İLKİ: "ZEYTİN"İN HİKAYESİNE ve GÜNÜMÜZ EKO-KIRIM (ECOCIDE) KAVRAMINA GENEL BİR BAKIŞ
-
5 Mart 2021
1. Mitolojide ve Efsanelerde Zeytin/Zeytin Ağacı
Yeryüzünde, zeytin ağacı kadar efsanelere konu olan başkaca ağaç yok denilse yeridir. Zira, insanlardan peygamberlere, papazlara, Yunan tanrılarından, firavunları konu alan pek çok hikayenin ve efsanenin ana mevzusudur zeytin ağacı. Bu efsanelerin hemen hepsi; zeytin ağacının ömrü, değeri, asaleti, insanlığa yararı ve kutsallığı ile ilgilidir.
Bugün Batı dillerinin tamamında değişik söyleyişleri olan ‘oil’ kelimesi; eski Yunanca’da zeytin ağacı anlamına gelen “eleia”dan, Latince’de ise, “olea” kelimesinden türemiştir. Zeytin yetiştiriciliğinin, ilk insanlarla birlikte başladığı kabul edilmekte ve Antik Romalı Lucius Junius Moderatus Columella’nın (4-70 A.D), “De Rustica” (V, 8.1) adlı el yazmasında, “zeytin, bütün ağaçların ilkidir” (Olea prima omnium arborum est..) olarak ifade edilmektedir. Zeytinin insanlık tarihindeki önemine, tüm kutsal kitaplarda, yaratılış ve kuruluş efsanelerinde yer verilmekte ve klasik mitolojide, her tanrıya belirli bir ağaç atfedilmektedir ve bu atıflar incelendiğinde, kendisine karşılık gelen ağacın o tanrının kimliği ile yakın ilişkili olduğu görülür. Bu bağlamda, örneğin tanrı Zeus meşe ağacı ile, Poseidon dişbudak ile, Hades mersin ile, tanrı Apollo defne, palmiye ve zeytin ile ve tanrı Athena ise zeytin ağacı ile eşleştirilmiştir.[1]
Efsaneye göre Havva ile birlikte yasak meyveyi yiyerek, cennetten kovulan Adem, 930 yaşındayken öleceğini hisseder ve Tanrı’dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını dilemeye karar verir. Bu konuda oğlu Şit[2]’i görevlendirir ve onu cennet bahçesine gönderir. Bahçenin bekçiliğini yapan melek, Şit’in duası üzerine İyi Kötü Ağacı’ndan aldığı üç tohumu ona verir ve babasını gömmeden önce, tohumları onun ağzına koyması gerektiğini söyler. Adem, kısa bir süre sonra ölür ve Tabor Dağı[3] yakınındaki Hebron Vadisi’ne gömülür. Adem’in gömüldüğü yerde yeşeren üç ağaç; zeytin, sedir ve servidir. Böylelikle, tanrı ve insan arasında barış sağlanmıştır. Zeytin ağacının yetiştirilmesi ve bakımı oldukça zordur. Ama zeytin ağacı, insanoğlunun bu Tabor Dağı emeğinin karşılığını, cömertliğiyle öder.[4]
Hıristiyanlıkta, Eski Antlaşma veya Eski Ahit olarak adlandırılan dini kitapta, zeytin refahın ve bolluğun sembolü olarak geçmektedir. Sadece Eski Ahitte değil, tüm kutsal kitaplarda zeytin ağacı kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür. Eski Ahit’te yer alan efsanelerden biri, Hazret-i Nuh ve tufandan bahseder. Yarattığı ademoğlunun yeryüzüne kötülük tohumları saçtığını gören Tanrı, onu bir tufanla cezalandırmaya karar verir. Ve Hazret-i Nuh’a bir gemi yapmasını, bu gemiye her temiz hayvandan erkek ve dişi yedişer, her temiz olmayan hayvandan ise, erkek ve dişi ikişer ve kuşlardan da erkek ve dişi yedişer tane almasını söyler. Ardından büyük tufan başlar, Hazret-i Nuh ve gemisindeki canlılar hariç, yeryüzü üzerinde yaşayan her şey silinir. Tufan durulduğu zaman, Hazret-i Nuh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için geminin penceresinden bir güvercini güneşin battığı yere doğru salar. Sular çekilmediği için güvercin gemiye döner. Hz. Nuh, yedi gün sonra güvercini tekrar salar. Güvercin bu sefer, ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağıyla gelir. O zaman Nuh, suların yeryüzünden çekildiğini anlar. Ağzında zeytin yaprağı tutan güvercin, o günden bugüne, ümidin, bolluğun, esenliğin ve barışın simgesi olur. Tufanın yok edici gücüne karşı direnen zeytin ağacı ise, ölümsüzlüğün sembolü haline gelir.[5]
Kuran-ı Kerim’de ise, zeytin ağacı pek çok ayette zikredilmektedir. Nur Suresi’nde; zeytin şöyle geçmektedir: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. ” (Nur suresi 35. Ayet). Tin Suresi’nde ise; “İncire ve Zeytine ant olsun” denilmektedir.[6]
Zeytin ağacı ile ilgili bir başka mitolojik hikaye ise şöyledir: Bir gün ağaçlar arasından bir kral seçilmesine karar verilir. Ağaçlar, çok uzun ömürlü olduğu için zeytin ağacını kralları olarak seçmeye karar verirler. Zeytin ağacı bu önemli sorumluluğu kabul etmez ve “Kral olmaktansa, insanlara yağım ve meyvemle fayda sağlarım” der. Kısacası zeytin ağacı, insanlara meyvesini sağlayarak faydalı olmak istemiştir. Zeytin ağacı, Yunan mitolojisinde bereket ve barışı temsil eden bir tanrıçanın hediyesidir. Zeus, insanlara en değerli hediyeyi sunan tanrı veya tanrıçanın, inşa edeceği Attika şehrinin koruyucusu olacağını ilan eder. Denizler tanrısı Poseidon ve bilgelik tanrıçası Athena birbirleriyle yarışmaya başlarlar. Poseidon denizden çok güçlü kuvvetli, güzel bir at çıkarır. Athena aşılı bir zeytin ağacı sunar. Zeytin ağacının attan daha üstün olduğu kabul edilir, yarışmayı Athena kazanır ve şehir Athena’ya verilir. Bu seçimle toplum, talan ve kaos yerine barış ve medeniyeti tercih etmiş; göçebe yaşamak yerine yerleşik yaşamayı seçmiştir. Mitolojiye göre, Tanrıça Athena’nın zeytin ağacını hediye olarak sunmasının sebebi, bu ağacın barış ve medeniyeti temsil etmesidir. Başka bir hikayeye göre ise, Antik Yunan’da savaşçılar tarafından korunan zeytin ağacı MÖ. 480 yılındaki Pers istilası sırasında Akropolis ile birlikte yakılır. İstiladan sonrasında, Akropolis’in yıkıntıları içinde kalan zeytin ağacı, burada yeniden yeşerip canlanır. Bu ağaç aşılanarak, Yunanistan’ın dört bir yanına ekilmiştir. Bu sebeple, bütün zeytin ağaçlarının Athena’nın yarışmada sunduğu zeytin ağacından türediğine inanılmaktadır.[7]
Antik Yunanlara göre kutsal bir aileden gelmenin en önemli simgesi bir zeytin ağacının altında doğmaktır. Yunan ve Roma mitolojilerinde tanrı ve yarı tanrıların tümü bir zeytin ağacının altından doğmuşlardır. Zeus’un ikiz çocukları Apollo ve Artemis’in bir zeytinlikte doğduklarına inanılır. Bir zeytin ağacının gölgesinde doğmak çok özel bir durumdur ve tanrılara mahsustur. Mitolojik açıdan bakıldığında, bilimin tanrıçası olan Athena, aynı zamanda zeytin ağacının koruyucu tanrıçasıdır. Antik Yunan ve Romalıların ölenlerin anısına zeytin ağaçları ektikleri söylenir. Kahraman savaşçılar ve başarılı sporcular zeytin dallarından yapılmış çelenklerle ödüllendirilirlerdi. Onlara zeytin dallarından taçlar takılır ve zeytinyağı dolu amforalar verilirdi. Bunların yanında zeytin ağaçları kutsal olduğu düşünülen tapınak bahçelerine de ekilirler.
Binlerce yıldır insanlar zeytin yağına, zeytin bitkisine uzun ömürlülüğü ve hayranlık veren bir tedavi edici yağ olması sebebiyle ilgi duymaktadır. Zeytin, Doğu Akdeniz'deki tarih boyunca birçok uygarlığın en önemli gelir kaynaklarından biri olmuştur. Eski Mısır, Lidya, İyonya, Yunan, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri, zeytin yetiştirmiş ve zeytinyağı üretmiştir. Fenikeliler ve özellikle Romalılar, Doğu Akdeniz'den İspanya'ya zeytinlerin yayılmasından sorumludur. Zeytin, sadece ekonomik bir değerin varlığı olarak algılanmamış, birçok kültürde ilahi armağan olarak öne çıkmıştır. Zeytin dalı huzurun simgesidir ve zeytin ağacı sonsuz yaşam arzusunu temsil ederken, küçük zeytin yaprakları bir güvercin gagasında selin sonunu temsil etmeye başlamıştır. Kutsal yazılarda, hem tarih öncesi hem de tarihsel zamanlarda mistik anlamlara atfedilen birçok kültürde zeytine referanslar vardır. Zeytin, tarih boyunca Akdeniz çevresindeki ülkelerde yaşayan insanlar için bir dostluk sembolü ve zenginlik kaynağı olmuştur. Zeytinlerin tarihteki tarımı 8000 yıl öncesine dayanmaktadır. Yazının icadından önce ilk ağaçlardan birinin ekimi yapılmıştır. Zeytinin anavatanı hakkında farklı görüşler olsa da, bugün Anadolu olarak bilinen yerde, zeytinin Anadolu'ya özgü olduğu gerçeğini vurgulayan zeytinlerin ilk olarak burada yetiştirildiği ifade edilmektedir.[8]
Akdeniz havzasında bulunan ülkelerin kültürlerinde hem zeytin hem de zeytinyağı öne çıkmaktadır. Suriye ve Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail de dahil olmak üzere, Anadolu ve Akdeniz'in doğusunda binlerce yıldır zeytin ve zeytinyağı üretiminin sosyal, ekonomik, sanatsal ve kültürel etkileri çok belirgindir. Zeytin kültürü, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun, Akdeniz çevresinde yaşayan tüm ulusların yaşamında aktif bir rol oynamıştır. Kuşkusuz, zeytin ağacı; meyvesinin farklı lezzetleri ve renkleri, meyvelerinden elde edilen meyve suyu (yağ), mitleri, uzun ömürlülüğü ve diğer özellikleri nedeniyle “ölümsüz bir ağaç” tır.
Antik Yunan’da yedi bilgeden biri kabul edilen Solon’un koyduğu kanunlarla zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulanmıştır. Bu, tarihteki bilinen ilk zeytin koruma kanunudur. Tıp biliminin kurucusu sayılan Hipokrat, yıkanamayanlara, hiç olmazsa zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önerir. Gimnazyumda spor yapan atletler, kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanırlar. Her ne kadar meşale kullanılmaya başlamışsa da, zeytinyağıyla yanan kandiller, evlerin vazgeçilmez eşyasıdır. Olimpiyat kahramanları, zeytin dalından taçlarla onurlandırılır. Keza Panathenaia Şenlikleri’nde birinci olan araba sürücüleri sadece zafer değil, Akropolis’teki kutsal zeytin ağaçlarından üretilen zeytinyağı da kazanırlar. Antik Yunan’da günlük beslenmenin en değerli parçası zeytinyağı ve zeytindir.[9]
2. Ekoloji katliamı/Eko-kırım (Ecocide) nedir?
Popüler mitin aksine ekolojik katliam/eko-kırım terimi, Vietnam savaşındaki kullanımına bağlı olarak ortaya çıkmamıştır; asıl olarak ortaya çıkışı, ticari tarımda pestisitlerin yararlarına dair tartışmaya kadar dayanmaktadır. Tartışma, Rachel Carson’ın, 1962’de ortaya koyduğu “Sessiz Bahar” adlı öncü çalışması ile başlar. ABD'de kemirgen öldürücü olarak ve Avustralya'da “dingo yemi” olarak kullanılan, sodyum fluoracetat isimli maddeye “ecocide 1080” adı verildi. Bununla birlikte, bu terim yeniden onaylandı ancak bu terimin bilinirliliği Frank Weisberg'in Vietnam Savaşı’nın 1970’te ekoloji üzerindeki etkileri konusundaki önemli bir çalışmasının ardından olmuştur, aynı yıl içinde Yale'de bir biyolog olan Arthur W. Galston tarafından başkaca bir çalışma yapılmış olsa dahi, bilinirliği kazandıran Frank Weisberg'in çalışması olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nin Soykırım karşıtı Birleşmiş Milletler Konvansiyonunu, 1988'in sonlarında imzalaması gerçeğine rağmen; Galston, ekolojik katliamı (ecocide) kavramsal olarak tanımlamaya çalışan ilk bilim insanıydı. Bu tanımlamayı, soykırım (genocide) kavramından hareketle yapmaya çalışmıştır: "II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından ve Nürnberg mahkemelerinin bir sonucu olarak, bu suçu insanlık soykırımı olarak adlandırarak, bütün bir halkın ve kültürünün kasıtlı imhasını kınadık. Bana öyle geliyor ki, insanların kendi seçtikleri, istedikleri şekilde yaşayabilecekleri çevrenin, kasten ve kalıcı olarak yok edilmesi, insanlığa karşı bir suç olarak görülmeli ve bu suç ekolojik katliam terimi ile de düzenlenmeli. Açıklığa kavuşturmak amacıyla, BM soykırım sözleşmesinin kısıtlı uygulanabilirliği dahilinde bile, soykırım teriminin, bir topluluğun fiilen ve tamamen silinmesi anlamına gelmediğinin altını çizeyim. BM'nin konvansiyonu açık bir şekilde, diğer şeylerin yanı sıra, fiziksel yıkımını meydana getirmek için planlanan hareketlerle, yaşam grubunun koşullarını etkileyerek, yok etme kastı ile yapılan eylemlere atıfta bulunur. Terimin tanımındaki bu ilk girişim, soykırım teriminin (soykırıma atıfta bulunmak üzere) ilk kullanımı ve bu tanımlamanın gerçekleştiği politik ortam (Vietnam’daki Amerikan savaş suçlarına karşı bir konferans) ile açıkça sınırlandırılmış olsa da, tanımlar daha sistematiktir ve dolaylı olarak önceki savaş suçları veya soykırımları ifade etmez. “Fiziksel yıkımını sağlamak için planlanan, yaşam grubunun koşullarına etki eden” ifadesinin; ekolojik katliam dahilinde yapılan çoğu girişimi de kapsayacak kadar geniş bir şekilde tanımlandığını söylemeye gerek yok…” .[10]
Eko-kırım (ecocide), insan yaşamını da tehlikeye atan çeşitli insan faaliyetleriyle doğal çevrenin kasıtlı olarak veya ihmalen imha edilmesidir. Yerli halkların hayatta kalabilmesi için gereken hayat alanlarının, aşırı bir şekilde çevresel bozulmasıdır. Ekoloji katliamı, ekosistemi tahrip eden kirlilik gibi “dışsallıklar” dan ya da yerli toprakların kendileri üzerinde faaliyet gösteren şirketler, hükümetler vb. kurumlar tarafından, yeterli güvenlik prosedürleri takip edilmeden kullanılmasından kaynaklanabilir. Bu durum, toprakların, verimliliğinin, üretim kapasitesinin ve yerli halkın, uzun vadeli olarak sağlığının, geri dönülemez bir şekilde zarar görmesine yol açar. Eko-kıyım[11], kasıtlı veya ihmalen işlenen herhangi bir eylemdir ve doğal yaşam sistemlerinin toplu olarak zarar görmesine veya tahrip olmasına neden olur.
Eko-kırıma ilişkin yapılan tanımlama, üç nedenden dolayı dikkat çekicidir: Birincisi, insanlar tarafından “dikkatsizce” yok edilmesini de içermek suretiyle, onu, çevrenin “kasıtlı imhasına” indirgeme çabalarından uzak tutmaktadır. İkincisi, tanımlamada ekosistem kavramı kullanılmıştı. Üçüncüsü ise, modern bir tanım olarak, ekolojik kırımın, yerli halk üzerindeki etkilerini, diğer bir ifade ile, ekosistemin manipülasyonundan, en çok acı çekmeye, zarar görmeye meyilli olan kısmın, yaşayacaklarına vurgu yapılmasıdır.[12]
Eko-kırım, halen uluslararası bir suç değildir ve iklim adaletine ilişkin düzenlemeler, ağırlıklı olarak “yumuşak bir yasadır”. Birleşmiş Milletlerin yıllık müzakereler yoluyla daha geniş olarak adalete ilişkin bir sorunu çözemediği durumlarda, Uluslararası Ceza Mahkemesi, yasa varsa, kovuşturma yetkisine sahiptir. Ciddi uluslararası suçlar, evrensel yargı ilkesi çerçevesinde, dünya genelinde birçok ülkede suç olarak kovuşturulabilir. Ecocide yasası için, Roma Statüsü'ndeki değişiklik tasarısı, hem insanların, hem de içinde yaşadığımız evrenin, şirket ve iklim faaliyetlerinden kaynaklı olarak ciddi zarar görmelerini önleyecektir. Tehlikeli endüstriyel faaliyetler ve iklim felaketleri, Devlet ve kurumsal düzeyde, ciddi zararları önleme gücüne sahip kişilerin sorumluluğundadır. Ecocide yasası, iklim kaosunu önemli ölçüde azaltacak, milyonlarca hayatı koruyacak ve tehlikeli endüstriyel ve iklim faaliyetlerine dair, devletlere ve kurumlara hukuki/cezai sorumluluk yükleyerek, ciddi zararları önleyecek hukuki bir yol olacaktır. Ecocide yasa tasarısının, yaklaşık 50 yıla yayılan bir tarihi vardır. Eko-kırımın uluslararası düzeyde suç haline gelmesi, mevcut “ilgili en ciddi suç” a dahil edilmesini önermek için, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma Statüsü'ne taraf olan birden fazla Devletin önerisini gerektirir. Uluslararası bildirgeler, anlaşmalar ve protokoller de dahil olmak üzere, mevcut yasalar, Devlete ve kurumlara, ekosistemde meydana getirdikleri ciddi zararlardan doğan sorumluluklarına dair, evrensel bir yasal zorunluluk getirmemektedir. Buna karşılık, Nisan 2010'da, Birleşmiş Milletler Hukuku Komisyonuna, Polly Higgins tarafından bir Ecocide yasa tasarısı sunulmuştur.[13]
3. İç Hukuk Yollarında Eko-kırım (Ecocide) Suçu
Ecocide halihazırda 10 ayrı ülkede suç olarak kabul edilmiştir. Aşağıda belirtilen ceza kanunlarında düzenlendiği üzere, ecocide suçu “barışa karşı suçlar” (crimes against peace) kapsamında ele alınmıştır. Barışa Karşı Suçlar, 1970'lerden 1990'lı yıllara kadar BM içinde incelenirken, birçok ülke Ecocide’ı, Barışa Karşı Beşinci Suç olarak kabul etmeyi tercih ediyordu. Ecocide’ın kapsam dışı bırakılmasına pek çok ülkenin itiraz etmesi üzerine, Ecocide'ın da dahil edildiği, İnsanlık Güvenliği ve Hukuku Yasa Taslağı olarak bilinen bir taslak hazırlanmıştır. Ancak halen ecocide, uluslararası bir suç olarak kabul edilmemiştir.[14]
Her ne kadar ülkelerin iç hukuklarında, Ecocide yasaları olsa da, bu yasaların etkinliği; yasaların uygulanması, bağımsız bir yargı ve hukukun üstünlüğünü içeren bir dizi faktöre bağlıdır. Ecocide’ı iç hukuklarında suç olarak kabul eden ülkelerin pek çoğu, ne yazık ki, yolsuzluk ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterme konularında, çok yüksek ihlaller göstermiş ve Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün hukukun üstünlüğüne saygı gösteren ülkeler sıralamasında, düşük sıralarda yer almışlardır.[15]
Ecocide’ın uluslararası bir suç olarak kabulü ile Uluslararası Ceza Mahkemesinde, bu suçu işleyen devlet ve kurumların da yargılanma kabiliyeti doğacak ve ilgili düzenlemenin etkili bir şekilde uygulanması sağlamış olacaktır. Ecocide’ı, ceza kanunlarında suç olarak düzenlemiş olan ülkeler ve ilgili düzenlemeler şu şekilde örneklenebilir: Gürcistan Ceza Kanunu (1999), madde 409’da, ecocide "Atmosferin, kara ve su kaynaklarının kirlenmesi, flora ve faunanın kitle imhası veya ekolojik neden olabilecek herhangi bir eylem" olarak tanımlanmıştır ve ilgili suçun faili, sekiz ila yirmi yıl hapis cezası ile cezalandırılır. Ermenistan Ceza Kanunu (2003), madde 394’de; "Bitkileri veya faunayı zehirleyen, çevreyi, toprakları veya su kaynaklarını zehirleyen kitle imhası ve ekolojik felakete neden olan diğer eylemlerin uygulanması" olarak tanımlanan ecocide suçunu gerçekleştiren kişiler hakkında 10 ila 15 yıl hapis cezasına hükmolunur. Ukrayna Ceza Kanunu (2001), madde 441’de; "Bitki örtüsü ve faunanın kitle imhası, hava veya su kaynaklarının zehirlenmesi ve ayrıca çevresel felakete neden olabilecek diğer eylemler" olarak tanımlanan ecocide suçunu gerçekleştiren kişi hakkında, sekiz ila on beş yıl süreyle hapis cezasına hükmolunur. Kazakistan Ceza Kanunu (1997), madde 161’de ecocide, “Fauna veya floranın kitle imhası, atmosferin kirlenmesi, tarımsal veya su kaynaklarının yanı sıra ekolojik bir felakete neden olan veya buna sebep olan diğer eylemlerin kitle imhası” olarak insanlığa karşı suçlar kapsamında tanımlanmıştır. Kırgızistan Ceza Kanunu (1997), madde 374’te, “Bitki örtüsü ve faunanın kitle imhası, atmosfer veya su kaynaklarının zehirlenmesi, ayrıca ekolojik bir felakete sebep olabilecek diğer eylemler” olarak tanımlanan eylemlerden birini gerçekleştiren kişi, hapis cezası ile cezalandırılır. Moldovya Ceza Kanunu (2002), madde 136’da, ecocide, “fauna ve floranın kasıtlı ve büyük yıkımı, atmosferin kirlenmesi veya su kaynaklarının zehirlenmesi ve diğer eylemler” olarak tanımlanmış; ekolojik bir felakete neden olan kişi hakkında, hapis cezası öngörülmüştür. Rusya Federasyonu Ceza Kanunu (1996), madde 358’de, “Hayvan ve bitki örtüsünün büyük ölçüde tahrip edilmesi, atmosferin veya su kaynaklarının kirlenmesi, ekolojik bir felakete neden olabilecek diğer eylemlerin yanı sıra insanlığın huzuru ve güvenliğine karşı suç teşkil eden eylemler” ecocide olarak tanımlanmıştır. Tacikistan Ceza Kanunu (1998), madde 400’te, “Bitki örtüsü veya faunanın toplu olarak imha edilmesi, atmosferi veya su kaynaklarını zehirlemek, ayrıca ekolojik bir felakete neden olabilecek diğer eylemler” olarak tanımlanan ecocide, insanlığın huzuru ve güvenliğine karşı bir suç olarak kabul edilmiştir. Vietnam Ceza Kanunu (1998), madde 278’de ecocide, “Barış ya da savaş zamanında işlenmiş olsun, doğal çevreyi yok etmek insanlığa karşı bir suç teşkil eder” şeklinde tanımlanmıştır.[16]
Ecocide’ın uluslararası bir suç olarak kabulü ile, Uluslararası Ceza Mahkemesinde, bu suçu işleyen devletlerin ve kurumların da yargılanma kabiliyeti doğacak ve ilgili düzenleme ile ekosistemin korunmasının sağlanması yönünde etkili bir adım atılmış olacaktır.
Dipnotlar
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/06/01/butun-agaclarin-ilki/ (erişim tarihi: 16.10.2019).
[2] Şit: Kuran’da ismi geçmeyen peygamberlerden biridir. Adem’den sonra dünyaya gönderilen ikinci, dünyada doğan ilk peygamberdir. Yahudi, Hristiyan ve İslam inancına göre Adem peygamberin üçüncü oğludur. Kabil’in Habil’i öldürmesinden 5 yıl sonra doğmuştur. Diğer kardeşlerinin aksine Şit ikiz olarak değil, tek başına doğmuştur. Şit’in bir ismi de Şis’tir. Şis, İbranice Allah’ın hibesi anlamına gelmektedir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Şit (erişim tarihi: 16.10.2019).
[3] Tabor Dağı: İsrail’in kuzeyinde, eskiden Galile olarak anılan ülkede yer alan bir dağ.
[4] ÜNSAL, Artun: Ölmez Ağacın Peşinde, Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2011, Önsöz’den alıntılanmıştır.
[5] EFE, Recep/SOYKAN, Abdullah/CÜREBAL, İsa/SÖNMEZ, Süleyman: “Olive and Olive Oil Culture in the Mediterranean Basin”, Environment and Ecology in the Mediterranean Region, Chapter V, Cambridge Scholars Publishing, s. 4.
[6] Tin Suresi insan yaradılışının Ahsen-i Takvim sırrını açıklaması yönünden anlamlıdır. Bazı yorumculara göre de Tin; İncir ağacını anlatır. Ayetin Batıni yorumunda incir çekirdeğinin erkeğin üreme hücresini, zeytinin kadının yumurta hücresini simgelediği varsayılır.
[7] EFE/SOYKAN/CÜREBAL/SÖNMEZ, s.4.
[8] EFE/SOYKAN/CÜREBAL/SÖNMEZ, s.1.
[9] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/06/01/butun-agaclarin-ilki/ (erişim tarihi: 16.10.2019).
[10] Ekokıyım, insanın yaşar kalması için ihtiyaç duyduğu biyoçeşitliliğin yok olması, eko kırımdan önceki son evreyi ifade eder. Ekokıyım ve ekokırım kavramları doğada meydana gelen yapısal değişiklikler yanında biyoçeşitlilik kaybının gezegende sebep olduğu yıkımları ifade etmede kullanılmıştır. Ekokıyım insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan ve telafisi henüz mümkün olan bir süreci ifade ederken, ekokırım bu sürecin geri dönülemez aşaması için kullanılmaktadır. FINZSCH, Norbert: Ecocide: Settler Society, s.6 vd., https://www.academia.edu/40222535/Ecocide_Settler_Society_draft_ , (erişim tarihi: 16.10.2019)
[11] https://ecocidelaw.com/the-law/what-is-ecocide/ , (erişim tarihi: 23.11.2019).
[12] https://ecocidelaw.com/the-law/what-is-ecocide/ , (erişim tarihi: 23.11.2019).
[13] https://ecocidelaw.com/the-law/what-is-ecocide/ , (erişim tarihi: 23.11.2019).
[14] https://theintercept.com/2019/09/24/climate-justice-ecocide-humanity-crime/ , (erişim tarihi: 23.11.2019).
[15] https://ecocidelaw.com/the-law/existing-ecocide-laws/ , (erişim tarihi: 23.11.2019).
[16] https://ecocidelaw.com/wp-content/uploads/2012/06/Ecocide-National-Criminal-Codes1.pdf , (erişim tarihi: 23.11.2019).
* Bu bildiri; 15.Uluslararası Ayvalık Zeytin Hasadı Günleri çerçevesinde, Mutluköy Konukevi ve Ayvalık Ticaret Odası işbirliği ile gerçekleştirilen bir etkinlik çerçevesinde, 27.10.2019 tarihinde Ayvalık’ta sunulmuştur.