AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN "İKLİM KRİZİ"NE OLASI YAKLAŞIMI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Dr. Öğr. Üyesi Aslı Topukcu

 

Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan ve insanın doğayla ilişkisinin büyük ölçüde farklılaştığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu yazının konusunun da özel olarak “çevre” üzerine seçilmesinin sebebi, özellikle küresel salgın sonucu geldiğimiz noktada tartışılması gerekenin yalnızca basit olarak çevrenin korunması meselesi olmanın ötesinde; ekonomi, sağlık, fen bilimleri, teknoloji ve hukuk gibi geniş alanlara yayılan etkisi olan bir “iklim krizi” ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir.

Elbette bu kısa yazı ile böylesine geniş bir konuyu ele almak olanaklı değil. Bu nedenle yalnızca insan hakları hukuku ile sınırlı kalarak çevre meseleleri ve özel olarak iklim krizinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından nasıl yorumlandığı ve bu konudaki son gelişmeler üzerinde durulacaktır.

I. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Çevrenin Korunmasına Özgü Bir Hak Bulunmakta Mıdır?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) baktığımızda Sözleşme’nin birinci kuşak hakları düzenleyen yapısına bağlı olarak çevre hakkına ilişkin bir düzenleme içermediği görülmektedir. Bununla birlikte AİHM kararlarını incelediğimizde, çevre meseleleriyle ilgili, Sözleşme’de yer almayan bir hakka göre oldukça geniş kapsamlı bir içtihat birikimi karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde böylesine önemli bir konu haline gelmiş çevre meselelerinin Mahkeme içtihatlarına konu olması, Sözleşme’nin yapıldığı yıllarda tartışma konusu bile olmayan konuların zamanla Sözleşme kapsamında koruma altına alınabileceğini kabul eden “yaşayan belge” doktrinine göre şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte bu koruma, yalnızca sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı bağlamında Sözleşme’de düzenlenen diğer haklarla bağlantılı, dolaylı bir koruma olarak değerlendirilebilir. (Erkan Duymaz, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin İnsanlık Haklarının Gerçekleştirilmesine Potansiyel Katkısı”, Anayasa Hukuku Dergisi, C. 6, S. 12, 2017, s. 582.)

AİHS kapsamında çevre meselelerine ilişkin davalarda koruma sağlayan Sözleşme maddeleri arasında özellikle yaşam hakkı (Md. 1), özel ve aile hayatına saygı hakkı (Md. 8) ve adil yargılanma hakkı (Md. 6); daha nadir olarak ise mülkiyet hakkı (Protokol No. 1, md. 1), ifade özgürlüğü hakkı (Md. 10) ve örgütlenme özgürlüğü hakkı (Md. 11) sayılabilir. (Özel olarak bkz.; Erkan Duymaz, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Çevrenin Korunmasına Katkısı”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No. 47, Ekim 2012, s. 121-160, özellikle s. 130-145.)

Belirtmek gerekir ki, çevrenin genel olarak korunması kapsamında AİHM sınırlı bir değerlendirme yapmaktadır. Bu kapsamda Sözleşme’nin çevrenin korunması hakkını içermediğini kararlarında açıkça belirtmiş ve böylelikle Sözleşme’deki diğer haklar bağlamında dolaylı bir korumayı kabul etmiştir. (Bkz.; Kyrtatos/Yunanistan, Başvuru No. 41666/98, 22.05.2003, par. 52; Fadeyeva/Rusya, Başvuru No. 55723/00, 09.06.2005, par. 68)

II. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında Çevre Meselelerine İlişkin Hangi Konularda Kararlar Vermiştir?

AİHM’nin çevre meselelerine ilişkin içtihadını incelediğimizde pek çok farklı konuyu ele aldığını görüyoruz. Mahkeme bu konuların büyük kısmını Sözleşme’nin 8. maddesinde düzenlenen özel veya aile hayatına saygı hakkı kapsamında incelemektedir. Buna göre, özellikle endüstriyel kazalardan veya işletmelerden kaynaklanan çevresel riskler, ordu bünyesinde nükleer veya başka askeri amaçla kullanılacak gaz denemeleri kapsamında sağlık riskleri, atıkların toplanması ve yönetimi, su şebekesi kirliliği ve havalimanı, karayolu, demiryolu veya mahalle ya da endüstriyel tesislerden kaynaklanan gürültü kirliliği gibi çevreye ilişkin pek çok farklı başvuru AİHM tarafından karara bağlanmıştır. (Bu kararların spesifik olarak ayrıştırılmış biçimde adları ve kısa özetleri derlemesi için bkz.; Factsheet, Environment and the ECHR, s. 9-23)

8. madde dışında; tehlikeli endüstriyel faaliyetler ile radyasyona maruz kalmanın yaşama ve sağlığa etkisi ve doğal afetler gibi konularda da Mahkeme’nin yaşam hakkı bağlamında bir değerlendirme yaptığı görülmektedir. (Bkz.; Factsheet, Environment and the ECHR, s. 1-4)

Bunların dışında; cezaevinde pasif içicilik, çevresel riskler ve bilgiye erişim, cep telefonu antenlerinin etkisi ve çevre ile bağlantılı olarak inşaat ve işletme izinleri gibi hususlar da AİHM kararlarına çevre meseleleri bağlamında konu olmuştur. (Bkz.; Factsheet, Environment and the ECHR)

Genel olarak, AİHM kararlarına konu olan çevreye ilişkin meseleleri kısaca özetledikten sonra, bu kararlara ilişkin önemli bir unsuru belirtmemiz yerinde olacaktır. Bu unsur, Sözleşme’de yer alan hakların yalnızca taraf devletler tarafından ihlalinde değil, kişiler tarafından ihlalinde de devletlerin sorumlu tutulabileceğini ifade eden Sözleşme’nin yatay etkisinin dikkate alınmasının önemidir. Gerçekten de çevre zararlarının önemli bir kısmının, özellikle endüstri faaliyetleri kapsamında şirketlerle bağlantılı olarak gerçekleştiğini dikkate alırsak, AİHM’nin kararlarında yatay etki teorisini kullanması çevreye ilişkin hakların Sözleşme kapsamında korunmasında son derece etkilidir. Bunun doğal bir sonucu olarak da, AİHM bugüne kadar verdiği birçok kararda çevre meseleleri konusunda devletlerin pozitif yükümlülüklerine de yer vermektedir. (Duymaz, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Çevrenin Korunmasına Katkısı”, s. 124)

Çok genel olarak Mahkeme’nin AİHS kapsamında çevre meselelerine bakışını açıklamaya çalıştıktan sonra belirtmek gerekir ki, ister istemez Sözleşme’de düzenlenen hakların sınırları ile orantılı olarak şekillenen AİHM içtihatları, özellikle ekolojik sürdürülebilirlik anlayışından uzak olması ve modern Avrupa toplumlarının çevre kirliliği ve iklim değişikliğine yönelik gereksinimlerine cevap verememesi bakımından eleştirilmiştir. (Natalia Kobylarz, “The European Court of Human Rights: An Underrated Forum for Environmental Litigation”, Sustainable Management of Natural Resources Legal Instruments and Approaches, Ed. Helle Tegner Anker – Birgitte Egelund Olsen, Intersentia, 2018, s. 105) Bununla birlikte, son dönemde AİHM önüne gelen bir dava, bize Mahkeme’nin bu eleştirilere nasıl yaklaşacağını görme şansı vermiştir.

III. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Önüne İklim Krizi Bağlamında Gelen İlk Dava: “Duarte Agostinho and Others v. Portugal and Others”

13 Kasım 2020 tarihinde AİHM tarafından komünike edilen ve 30 Kasım 2020 tarihinde yayınlanan Mahkeme önüne gelmiş ilk iklim değişikliği davasında başvurucular, yaşları sekiz ve yirmi bir arasında değişen altı Portekiz vatandaşıdır. Başvuru, Avrupa Konseyi üyesi 33 devlete karşı yöneltilmiştir; bu devletlerin yirmi yedisi aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi devletlerdir. Bunların dışında, Birleşik Krallık, İsviçre, Norveç, Rusya, Türkiye ve Ukrayna davalı devletler arasında yer almaktadır. (Bu başlık altındaki açıklamalar için genel olarak bkz.; Duarte Agostinho and Others v. Portugal and Others, Başvuru No. 39371/20, 30 Kasım 2020. Komünike edilmiş başvurunun Fransızca metni bulunmaktadır.)

Davanın ana konusu, başvurucuların yaşam koşullarını ve sağlıklarını etkilediğini ileri sürdükleri 33 taraf devletin sera gazı emisyonlarının küresel ısınmaya katkısı ile ilgilidir. Bu kapsamda başvurucular, özellikle 2017’den beri olmak üzere, Portekiz’de son yıllarda artan orman yangınlarının küresel ısınmanın bir sonucu olduğunu ve bu yangınlar sonucunda da sağlık sorunları yaşama riski taşıdıklarını; hatta daha önce bu yangınlar sırasında ve sonrasında alerji, uyku bozuklukları ve nefes alma güçlüğü gibi durumlardan muzdarip olduklarını ileri sürmüşlerdir.

Bunların yanında, yüzden fazla insanın ölümüne yol açan bu yangınlardan ve zaman zaman tanık oldukları başka doğal afetlerden kaynaklı olarak endişe içinde olduklarını da ifade etmektedirler. Ayrıca başvuruculardan bazıları, sık yaşanmaya başlanan kuraklık krizlerinin sebze ve meyve yetiştirmeye devam etmelerine ve ailelerinin evinde yer alan su kuyularının kullanılmasına engel olduğunu ve tekrarlayan yangınların da ailelerinin mülklerine, özellikle kül bulutları sebebiyle zarar verdiğini belirtmiştir. Böylece başvurucular, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi ve özel ve aile hayatına saygı hakkını düzenleyen 8. maddesi bakımından 33 taraf devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediklerini, bazı diğer uluslararası sözleşmelerdeki düzenlemeleri de ortaya koyarak ileri sürmüştür. Başvuruda yer verilen uluslararası sözleşmeler arasında, 2. maddesine göre küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 1.5C ile sınırlı tutulması kararlaştırılan 2015 tarihli Paris Antlaşması ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi yer almaktadır.  

Başvurucular ayrıca, kendi nesillerinin küresel ısınma ve iklim değişikliğinden daha çok etkilendiğini belirterek 2. ve 8. madde ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını düzenleyen Sözleşme’nin 14. maddesinin de yaşları dolayısıyla ihlal edildiğini iddia etmektedir.

Başvuruculara göre, küresel emisyonları sınırlandırmak için gerekli önlemlerin alınmaması taraf devletlerin yükümlülüklerini ihlal ettiklerinin başlıca göstergesi olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca, iç hukuk yollarının tüketilmesi konusunda başvurucular, tek tek davalı devletlerin ulusal hukuk yollarının tüketilmesinin beklenmesini kendilerine yüklenecek orantısız ve aşırı bir yük olarak değerlendirmektedir.

Başvurucuların bu iddialarının dışında, Mahkeme davayı komünike ettiğinde 2, 8 ve 14. maddeler dışında taraflara Sözleşme’nin işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağını düzenleyen 3. maddesi (Bu dava kapsamında 3. maddenin Sözleşme kapsamında hangi soruları ortaya koyabileceğine ilişkin özel bir değerlendirme için bkz.; Corina Heri, “The ECtHR’s Pending Climate Change Case: What’s Ill-Treatment Got To Do With It?”, 22 Aralık 2020) ile mülkiyet hakkını düzenleyen 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesini de dikkate alarak sorular yöneltmiştir.

AİHM’in soruları bakımından ilk olarak dikkat çeken, davalı 33 devletten kaynaklanan sera gazı emisyonları nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen Sözleşme’de düzenlenen haklar bağlamında, başvurucuların güncel veya potansiyel olarak mağdur olarak kabul edilip edilemeyeceğidir. Bu kapsamda Mahkeme özellikle, başvuruda belirtilen küresel ısınmayı 1.5C’nin üzerine çıkarmama hedefine ulaşmada yetersiz ve eylemsiz olduğu ileri sürülen davalı devletlerin bu tutumlarına başvurucuların doğrudan ya da dolaylı olarak ciddi biçimde katlanmakta olup olmadığını sorgulamaktadır.

Son olarak da, özellikle çevre meseleleri konusundaki takdir marjı dikkate alındığında, taraf devletlerin Sözleşme’den ve diğer uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği sorulmuştur. Bu kapsamda öncelikle, taraf devletlerin sıcaklık artışının 1.5C ile sınırlanması bağlamında, uygun bir mevzuat oluşturup oluşturmadıkları ile gerekli ve yeterli önlemleri alıp almadığı sorusu yöneltilmektedir. Ardından da Mahkeme, taraf devletlerin iklim değişikliğini azaltmaya yönelik mevzuatlarını, çevresel konularda bilgiye erişim, çevresel karar alma sürecine halkın katılımı ve yargıya başvuru üzerine 1998 tarihli Aarhus Sözleşmesi’nde de öngörülen şekilde, anketlere ve uygun çalışmalara dayandırıp dayandırmadıklarını sorgulamaktadır.

IV. Değerlendirme

AİHM önüne sera gazlarının emisyonu bağlamında iklim krizi ile ilgili olarak gelen ve Avrupa Konseyi üyesi devletlerin çoğuna karşı yöneltilen Duarte Agostinho and Others v. Portugal and Others başvurusu çevre meseleleri ile ilgili Avrupa çapında gündeme gelmiş ve pek çok devleti ilgilendiren en kapsamlı başvurulardan biri olarak nitelendirilebilir. Belirtmek gerekir ki, sera gazlarının emisyonuyla ilgili benzer bir dava 2018 yılında Hollanda’da karara bağlanmıştır. Urgenda Davası olarak bilinen bu davada Hollanda Hükümeti’nin iklim değişikliği konusunda gerekli sorumluluğu almamasının AİHS kapsamında yer alan yükümlülüklerini de yerine getirmemesi anlamına geldiği belirtilmiştir. (Urgenda Davası’nın Türkçe çevirisi için bkz.; Serde Atalay, “Urgenda İklim Değişikliği Davası İstinaf Kararının Çevirisi”, Urgenda İklim Değişikliği Davası, Axel Gosseries – Refia Kadayıfçı – Serde Atalay, Ekoloji Kolektifi Derneği, 2019, s. 11-36, par.73.) Bu kapsamda, AİHM’nin Avrupa ulusal hukukunda çoktan başlayan bir eğilime Sözleşme kapsamında ne ölçüde yer vereceğini ilerleyen zamanlarda göreceğiz.

 

Paylaş