-->

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI İHLALİNE İLİŞKİN 14.09.2022 TARİHLİ KARARININ İNCELENMESİ

 

Giriş

Anayasa Mahkemesi, 2019/12803 başvuru numaralı İhsan Yücel ve Necmiye Anaç adlı başvuruda, icra mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvuru süresinin kararın tefhiminden mi tebliğinden mi başlayacağına ilişkin olarak mahkemeye erişim hakkı yönünden bir inceleme yapmıştır. 14.09.2022 tarihinde verdiği kararıyla; istinaf süresinin tefhim tarihinden başlatılarak istinaf talebinin süre aşımı nedeniyle reddedilmesi olayında, mahkeme erişim hakkının ihlal edildiğini tespit etmiştir. Daha önceki kararlarına paralel olarak söz konusu başvuruda da kanun yoluna başvuru süresinin karar gerekçesi açıklanmadan tefhim tarihinden itibaren başlatmasını öngörülemez ve ölçüsüz bulmuştur. Söz konusu karar 25.10.2022 tarih ve 31994 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu çalışmada AYM’nin anılan kararı ve istikrar kazandığı söylenebilecek uygulaması, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında mahkemeye erişim hakkı bağlamında kısaca incelenmiştir[1].

I.       Bireysel Başvurunun Konusunu Oluşturan Olaylar

Başvuruya konu olan ve birleştirilen dosyalardaki olaylar özetle şu şekilde gelişmiştir: Başvurucuların icra hukukundan kaynaklanan ve içeriği karara yansımamış olan talepleri için icra mahkemesine başvurduğu görülmektedir. İcra mahkemeleri, nihai kararlarını başvurucuların huzurunda vererek tefhim etmiş, daha sonra gerekçeli kararlar tebliğ edilmiştir. Başvurucular, icra mahkemesi kararlarına karşı, kararların kendilerine tebliğinden itibaren on günlük yasal süre içinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ne var ki birleşen dosyaların birinde bölge adliye mahkemesi, kararın tefhim tarihinden itibaren on günlük süre geçirildiği ve “süre tutum dilekçesi” verilmediği için başvurunun reddine karar vermiştir. Diğer dosyada ise bölge adliye mahkemesi, icra mahkemesinin aynı gerekçeyle verilen süre aşımına ilişkin kararına karşı yapılan istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucular; tefhimle istinafa başvuru süresinin başlayabilmesi için hükme ilişkin tüm hususların kısa kararda açıklanması gerektiği, ancak tefhim edilen kısa kararın gerekçe içermediği, bu nedenle istinaf başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğiyle başlaması gerekirken tefhim tarihinin esas alınması sonucu mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur.

II.     Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi, kanun yolu başvurusunun süre aşımı nedeniyle esastan reddedilmesinin, adil yargılanma hakkının doğal bir parçası olan mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiğine bir şüphe görmemiş ve söz konusu müdahalenin hukuka uygun olup olmadığını incelemiştir. Temel hak ve özgürlüklere müdahalenin ihlal oluşturmaması Anayasa’nın 13. maddesine[2] uygun olarak yapılmasına bağlıdır. Nitekim önüne gelen bireysel başvurularda AYM de anılan madde çerçevesinde somut müdahalenin kanun tarafından öngörülme (kanunilik), haklı bir nedene dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine uygun olma koşullarını yerine getirip getirmediğini incelemektedir.

Başvurunun konusunu oluşturan istinaf yoluna başvuru süresi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 345. maddesi atfıyla İcra ve İflas Kanunu’nun 363. maddesine dayanmaktadır. Kanun yoluna başvurunun sınırlanması, mahkeme kararlarının kesinleşmesinin sağlanması suretiyle hukuki istikrarın sağlanması amacına hizmet etmektedir. İşte bu nedenlerle çalışmamıza konu olan başvuruda kanunilik ve meşru amaç koşulları bakımından herhangi bir aykırılık tespit edilmemiştir[3]. Sorun; müdahalenin elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç boyutta ele alınan ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Somut olayda elverişlilik ve gereklilik yönünden tartışılacak bir nokta görülmemiş; esasen müdahalenin meşru amacın sağlanması bakımından orantılı olup olmadığı incelenmiştir. Daha açık bir ifadeyle, müdahale ile ulaşılmak istenen ve meşru olduğu kabul edilen amaç arasında makul bir denge kurulup kurulmadığı araştırılmıştır.

Kararda, kanun yoluna başvuru süreleri ve mahkemeye erişim hakkı yönünden AYM uygulamasında benimsenen genel ilkelere yer verildikten sonra somut olay bakımından şu çok önemli tespitler yapılmıştır: “Yukarıda belirtilen tespitler ışığında somut olay değerlendirildiğinde başvurucuların kısa kararla birlikte kararın gerekçesini öğrenemediği, dolayısıyla karar gerekçesini bilmeyen başvuruculardan kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf kanun yoluna başvurmalarını beklemenin başvuruculara ağır bir külfet yüklediği anlaşılmıştır. Bu durumda kanun yolu mercilerinin somut olayın koşullarında istinaf süresini, İcra Mahkemeleri tarafından karar gerekçesi açıklanmadan tefhim tarihinden itibaren başlatmasına ilişkin yorumlarının öngörülemez nitelikte olduğu, başvurucuların katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır[4].”

III.  Anayasa Mahkemesi Kararının İncelenmesi

A.  Genel Olarak Mahkemeye Erişim Hakkının Dayanağı

Temel olarak mahkemeye erişim hakkı, hukuki korunma talebinde bulunmak isteyen herkesin aşılması güç bir engelle karşılaşmaksızın bu olanaktan faydalanabilmesi anlamına gelir[5]. Anayasa Mahkemesi ise bir kararında mahkemeye erişim hakkını “bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek” olarak tanımlamış ve “kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğine” dikkat çekmiştir[6].

Bilindiği üzere adil yargılanma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde, Anayasa’nın ise 36. maddesinde düzenlenmiştir. Her iki hükümde de “mahkemeye erişim hakkı” açıkça yer almamaktadır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AİHS 6. maddeyi geniş yorumlayarak mahkemeye erişim hakkını ve hükmün icrası hakkını tartışmasız şekilde madde kapsamında güvenceler olarak tanımıştır[7]. Bu yönde verilen ilk karar 1975 tarihli Golder/Birleşik Krallık kararı olup kararda mahkemeye erişim hakkı ilk kez kavramsal olarak ele alınmıştır. Söz konusu başvuruda adil yargılanma hakkının sadece devam etmekte olan davaları mı kapsadığı yoksa dava açmak isteyen kişinin mahkemeye başvurma hakkını da mı kapsadığı tartışılmıştır[8]. AİHM’nin ulaştığı sonuca göre adil yargılanma hakkının unsurlarından olan yargılamanın hakkaniyete uygun, hızlı ve aleni olmasının ortada bir yargılama olmadan hiçbir değeri yoktur[9]. Öte yandan, hukuk devleti/hukukun üstünlüğü (rule of law, Rechtsstaatlichkeit) ilkesi, medeni haklara ilişkin olarak mahkemelere erişme olanağı olmadan hukuk devletinin tasavvur edilmesi mümkün değildir[10]. Özetle AİHM, mahkemeye erişim hakkının adil yargılanma hakkını temin eden 6. maddenin doğal bir parçası[11], bir başka ifadeyle 6. maddenin tanıdığı güvencelerin özü olduğunu[12] benimsemiştir[13].

AİHM’nin mahkemeye erişim hakkının hukuk devletinin bir gereği ve adil yargılanma hakkına içkin bir hak olduğu yönündeki yaklaşımı, Golder kararının verildiği 1975 yılından bugüne yerleşik içtihadı hâline gelmiştir[14]. Bu nedenle adil yargılanma hakkının “mahkemeye başvurma hakkını” içerdiği kuşkusuzdur[15]. AYM’nin yerleşik içtihadında da mahkemeye erişim hakkının adil yargılanma hakkının bir parçası olduğu konusunda tereddüt edilmemektedir[16].

B.  Kanun Yoluna Başvuru ve Başvurunun Süreyle Sınırlanmasının Mahkemeye Erişim Hakkıyla İlişkisi

Görüldüğü üzere adil yargılanma hakkı öncelikle adil bir şekilde yargılama yapacak olan mahkemeye erişmeyi içerir. Ne var ki kanun yoluna başvuru bu kapsamda değildir. Medeni yargılama usulünde ne AİHS’de ne de Anayasa’da çok dereceli yargılama sistemini zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte, istinaf veya temyiz yolunun öngörülmüş olması hâlinde, kanun yollarının kendine has özellikleri de dikkate alınmak suretiyle adil yargılanma güvencelerinin sağlanması zorunludur[17]. Bu zorunluluk gereğince ilgili tarafın kanun yolu mahkemesine de erişebilmesi gerekir.

Kanun yoluna başvurunun süreye bağlanması başta olmak üzere belirli sınırlamalara tabi tutulması tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal etmez. Bir başka ifadeyle kanun yolu başvurusunun makul bir süreyle sınırlandırılmasında bir sakınca bulunmamaktadır[18]. Aksine, bu tip sınırlamalar, adalet sisteminin düzgün bir şekilde yönetilmesi ve hukuki güvenliğin sağlanması amacı bakımından gereklidir[19]. Ancak süre sınırlamasının da meşru bir amaç için ve ölçülülük ilkesine uygun olarak yapılmasının ve hakkın özünü ortadan kaldırıcı nitelikte olmamasının zorunlu olduğu unutulmamalıdır[20]. AİHM, kanun yolu başvurusuna getirilen süre koşulunun, ilgili tarafın mevcut bir hukuki çareye (örneğin, istinaf yoluna) erişmesini engelleyecek şekilde uygulanmaması gerektiğini kabul etmektedir[21]. Mahkemeler, önlerine gelen dosyalarda usule ilişkin kuralları ve sınırlamaları uygularken adaletten uzaklaştıracak kadar şekilci davranmamalı, aynı zamanda söz konusu sınırları etkisiz kılacak bir esneklikten de kaçınmalıdır[22]. Bu şekilde bir denge sağlanamaması hâlinde mahkemeye erişim hakkının sınırlanmasında ölçülülük ilkesine riayet edildiği söylenemez.

İncelediğimiz karardan da görüldüğü üzere AYM, AİHM’nin değerlendirmesini iç hukuka uyarlamaktadır. Bu doğrultuda AYM de, Anayasa’nın 36. maddesinin bir mahkeme kararına karşı üst yargı organlarına başvurmayı güvence altına almadığını; ancak istinaf ve temyiz gibi bir yol öngörülmüşse artık bu yollarda da adil yargılanma güvencelerinin sağlanması gerektiğini kabul etmektedir[23].

C.  İcra Mahkemesi Kararına Karşı İstinaf Başvuru Süresinin “Kısa Kararın Tefhimiyle” Başlatılmasının Mahkemeye Erişim Hakkıyla İlişkisi

Dava açma veya kanun yoluna başvurma hakkının süreye bağlandığı durumlarda sürenin hangi anda başladığı ve bittiği, mahkemeye erişim hakkı bakımından büyük önem taşımaktadır. Çalışmamızın odağı esasında tam da bu noktadır. İnceleme konumuzda ilk derece ve istinaf mahkemeleri, icra mahkemesi kararına karşı kanun yoluna başvuru süresini kararın tefhim anıyla başlatmış olduğu için başvurucular istinaf yoluna başvuramamıştır. Yukarıda da açıklandığı üzere ister dava açma ister kanun yoluna başvurma yönünden başvurunun süreye bağlanmasının mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Buradaki sorun AYM’nin de incelediği üzere söz konusu müdahalenin ölçüsüz olup olmadığıdır.

Konuyla ilgili AİHM içtihadına bakıldığında; “etkili öğrenme” kavramı karşımıza çıkar. AİHM tarafların, kanun yoluna başvuru hakkından, mahkeme kararından etkili bir şekilde haberdar oldukları andan itibaren yararlandırılmaları gerektiğine dikkat çekmektedir. Mahkeme ile taraflar arasında iletişim aracı olarak tebligat, mahkeme kararının ve gerekçelerinin taraflarca bilinmesine olanak sağlar. Böylece taraflar kanun yoluna başvurup başvurmayacaklarına karar verir[24]. Bu çerçevede; kanun yoluna başvuru süresinin mahkeme kalemince kararın tam nüshasının hazırlanmasından itibaren başlatılmasında olduğu gibi, tarafların bilmesi ve yerine getirmesi çok zor olan koşulların öngörülmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal edecek niteliktedir. AİHM’ye göre kanun yoluna başvuru hakkı, kararın tam metninden etkili bir şekilde haberdar olduğu andan itibaren başlamalıdır[25].

Türk hukukuna bakıldığında, istinaf süresi bakımından genel kuralın Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 345. maddesinde düzenlendiği görülür. Anılan maddeye göre istinaf başvurusu süresi, özel kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kararın tebliğinden itibaren iki haftadır. Maddede istisna tutulan hükümlere özellikle icra ve iflas hukukunda rastlanmaktadır[26]. Nitekim çalışmamızı ilgilendiren hüküm İcra ve İflas Kanunu’nun 363. maddesidir. Maddenin ilk fıkrasına göre istinaf yolu açık tutulan icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür.

HMK’nın 297. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendine göre gerekçenin de hükmün kapsamında yer alır. Aynı fıkranın (ç) bendi uyarınca başvurulacak bir kanun yolu varsa bu yolun ve süresinin de hükümde yazılması gerekir. Yine HMK’nın 294. maddesinde “zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerektiği” düzenlenmiştir. HMK’nın 321. maddesinde de basit yargılama usulü bakımından paralel bir düzenleme bulunmaktadır. İstinaf yoluna başvuru süresi HMK’nın 345. maddesinde düzenlenmiş olup özel kanun hükümleri saklı olmak kaydıyla, kararın tebliğinden itibaren iki haftadır. Anılan kanun hükümlerinden anlaşıldığı üzere esasen gerekçe hükmün zorunlu bir parçasıdır.

İşte bu çerçevede çalışmamızın konu olaylarda istinaf yoluna başvuru süresinin tefhimle başlatılması, HMK’nın anılan hükümlerine aykırı olduğu gibi ilgililerin mahkemeye erişim hakkını ihlal etmiştir. AYM’nin AİHM içtihadına paralel kararındaki tespitleri kanaatimizce iki boyutta ele almak mümkündür. Birincisi, istinaf süresinin tefhimden başlatılması, HMK’nın anılan hükümlerine aykırıdır. AYM de “gerekçesi açıklanmamış bir hüküm tefhim edilmiş bir hüküm sayılmamakta ve dolayısıyla gerekçeli karar tebliğ ya da tefhim edilmeden kanun yoluna başvurma süresi başlamamaktadır” demek suretiyle aykırılığı açıkça ortaya koymuştur. İkincisi ise kararın gerekçesini bilmeyen ilgililerden, kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf yoluna başvurmalarının beklenmesinin ağır bir yük ve öngörülemez bir yorum olarak değerlendirilmesi; bunun da ölçüsüz bulunmasıdır. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesinin sebebi de budur.

Türk medeni yargılama hukuku uygulamasına bakıldığında kanun yolu başvuru süresinin tefhimle başlaması konusunda sorun oluşturan alanlar iş hukuku ile icra ve iflas hukukuydu. Yürürlükte olduğu dönemde mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesiyle iş mahkemeleri kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresi, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren sekiz gün olarak kabul edilmişti. 12.10.2017 tarih ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesiyle istinaf başvurusunun hem süresi hem başlangıç zamanı bakımından farklılıklar giderilmiştir[1]. Hatta sürenin ilamın tebliğiyle başlayacağı maddenin dördüncü fıkrasında açıkça vurgulanmıştır. İcra ve iflas hukukunda ise istinaf yoluna başvuru süresinin tefhimle başlamasına ilişkin düzenlemeler hâlen geçerliliğini sürdürmektedir. Gerek mülga düzenlemeye göre iş mahkemeleri gerekse icra mahkemeleri bakımında uygulamada yüksek yargı kararlarına yansıyan tereddütler olduğu görülmektedir. Yargıtay’ın kanun yolu başvurusu süresinin kısa kararın tefhimiyle başlayacağına dair kararları[27] olduğu gibi, gerekçeli kararın tebliğiyle başlayacağına ilişkin kararları[28] da bulunmaktadır. Oysa son yıllarda AYM’nin bu yöndeki ihlal kararlarının[29] istikrar kazandığını söylemek mümkündür. Gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içinde kanun yoluna başvuran tarafın başvurusunun, sürenin kısa kararın tefhiminden başlatılıp süre aşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal eder. Çünkü gerekçesi açıklanmayan bir hüküm gerçek anlamda tefhim edilmiş sayılmaz[30]. Kanun yoluna başvurunun tefhimle başlaması ancak kararın tüm unsurlarıyla birlikte gerekçeli olarak açıklanması hâlinde mümkün olabilir[31]. Bu nedenle icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresinin, gerekçeli karar duruşmada tefhim edilmedikçe, gerekçeli kararın tebliğiyle başlayacağını kabul etmek gerekir[32].

Son olarak uygulamadaki “süre tutum (müddeti muhafaza) dilekçesi” üzerinde kısaca durmak faydalı olabilir. AYM kararından anlaşıldığı kadarıyla icra ve bölge adliye mahkemeleri, istinaf başvurusunun süresinde olmadığına karar verirken “tefhimden itibaren on günlük sürede başvurulmadığı, süre tutum dilekçesi de verilmediği” gerekçesine dayanmıştır. Uygulamada yerleşmiş bir ifade olarak süre tutum dilekçesi, medeni yargılama usulünde bulunmayan ve kanuni karşılığı olmayan bir kurumdur. Bu dilekçe, henüz derece mahkemesinin gerekçeleri bilinmediğinden, tefhimle başlayacağı düşünülen kanun yoluna başvuru süresinin kaçırılmaması adıyla verilen gerekçesiz olmakla birlikte kanun yoluna başvuru iradesini içeren bir dilekçedir[33]. Halbuki hukuk usulünde gerekçesiz ve gerekçeli istinaf/temyiz dilekçesi olmak üzere iki farklı kanun yolu başvuru dilekçesi de bulunmamaktadır[34]. Kanun yoluna başvuru süresi zaten gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacağına göre, böyle bir dilekçe vermeye gerek de yoktur[35].

Sonuç

İİK’nın 363. maddesinin ilk fıkrasına göre istinaf yolu açık tutulan icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gündür. Uygulamada bu sürenin kısa kararın tefhimiyle başlayacağının kabul edildiği görülmektedir. Oysa bir hükmün gerçek anlamda tefhim edilebilmesi için gerekçesiyle birlikte tüm unsurlarının açıklanmış olması gerekir. Bir başka ifadeyle, gerekçesi açıklanmamış bir hüküm tefhim edilmiş bir hüküm sayılmaz. Bu nedenle icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yoluna başvuru süresinin, kısa kararın açıklanmasıyla değil, gerekçeli kararın tebliğiyle başlayacağına tereddüt etmemek gerekir.  Nitekim Anayasa Mahkemesi, çalışmamızda incelediğimiz bireysel başvuruda da bu hususa dikkat çekmektedir. Daha önceki kararlarında olduğu gibi bu kararında da AYM, kararın gerekçesini bilmeyen ilgililerden, kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf yoluna başvurmalarının beklenmesinin ağır bir yük ve öngörülemez bir yorum olacağını ve mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul ederek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM kararları da aynı yöndedir. AYM’nin aynı konuda yapılan pek çok başvuruda ihlal kararı verdiği gözetildiğinde uygulamanın istikrar kazandığı söylenebilir. Yargıtay uygulamasında ise hâlen farklı yönde kararlara rastlanabilmektedir. Ancak gerek HMK’nın ilgili hükümleri gerekse AYM’nin ihlal kararları gözetildiğinde, bu konuda artık şüphe edilmemesi ve hatalı uygulamaların sona erdirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

 

Dipnotlar

[1] Bu konuda bkz. Özekes, Muhammet/Atalı, Murat: 7036 Sayılı Yeni İş Mahkemeleri Kanunu Üzerine Eleştiri, Değerlendirme ve Öneriler, “Yeni İş Mahkemeleri Kanunu Üzerine” Toplantısı, (Yay. Haz.: Ömer Ekmekçi/Ayşe Köme Akpulat/Özge Yıldız Hakkakul/Ayşe Ledün Akdeniz/İrem Yayvak Namlı/Aslı Çalışkan), İstanbul 2018, s. 73.

[1] Çalışmamızın konusu AYM’nin söz konusu kararının incelenmesi olduğundan, bu karara yapılan atıflarda sadece “Karar” ifadesi kullanılmıştır. Başvurulan diğer kararların ise künyesi açık bir şekilde verilmiştir.

[2] Madde hükmü şu şekildedir: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

[3] Karar, p. 27-28.

[4] Karar, p. 42.

[5] Aktepe Artık, Sezin: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Medeni Usul Hukukunda Adil Yargılanma Hakkı, Ankara 2014, s. 75. Budak, Ali Cem: Medeni Usul Hukukunda Üçüncü Kişilerin Haklarının Korunması, İstanbul 2000, s. 6.

[6] AYM İkinci Bölüm, Özkan Şen Başvurusu, 07.11.2013, Baş. No: 2012/791, (RG 05.12.2013, S. 28842), p. 52.

[7] Aktepe Artık, s. 74-75.

[8] İnceoğlu, Sibel: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı Kamu ve Özel Hukuk Alanlarında Ortak Yargısal Hak ve İlkeler, 4. B., İstanbul 2013, s. 106-107; Kloth, Matthias: Immunities and the Right of Access to Court under Article 6 of the European Convention on Human Rights, Martinus Nijhoff Publishers, Leiden-Boston 2010, s. 3.

[9] AİHM Golder/Birleşik Krallık Kararı, 21.02.1975, Baş. No: 4451/70, p. 35.

[10] AİHM Golder/Birleşik Krallık Kararı, p. 34.

[11] AİHM Golder/Birleşik Krallık Kararı, p. 36.

[12] AİHM Zubac/Hırvatistan Kararı, 05.04.2018, Baş. No: 40160/12, p. 76.

[13] Ayrıca bkz. Guide on Article 6 of the European Convention on Human Rights, Right to a Fair Trial (Civil Limb), 2022, s. 29.

[14] Öztürk, Burak: Hak Arama Özgürlüğü Çerçevesinde Zorunlu İdari İtiraz, Ankara 2015, s. 77. Örneğin bkz. AİHM Pudas/İsveç Kararı, 27.10.1987, Baş. No: 10426/83, p. 37-39; AİHM Osman/Birleşik Krallık Kararı, 28.10.1998, Baş. No: 23452/94, p. 136; AİHM Marini/Arnavutluk Kararı, 18.12.2007, Baş. No: 3738/02, p. 112-113.

[15] Gözübüyük, Şeref/Gölcüklü, Feyyaz/Saygılı, Abdurrahman: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, 12. B., Ankara 2019, s. 262, 273.

[16] Karar, p. 20; AYM Özkan Şen Kararı, p. 51; AYM Birinci Bölüm, Mohammed Aynosah Başvurusu, 23.02.2016, Baş. No: 2013/8896, (RG 24.03.2016, S. 29663), p. 33; AYM İkinci Bölüm, Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti Başvurusu., 20.04.2017, Baş. No: 2014/13156, p. 34.

[17] AİHM Bayar ve Gürbüz/Türkiye Kararı, 27.05.2013, Baş. No: 37569/06, p. 42; AİHM Delcourt/Belçika Kararı, 17.01.1970, Baş. No: 2689/65, p. 25; Harris, David/O’Boyle, Michael/Bates, Ed/Buckley, Carla/Harvey, Paul/Kamber, Kresimir/Lafferty, Michelle/Cumper, Peter/Green, Heather: Harris, O’Boyle & Warbrick Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku Dördüncü Basım, (Çev.: Mehveş Bingöllü Kılcı/Ulaş Karan), 2. B., İstanbul 2022, s. 432; Gözübüyük/Gölcüklü/Saygılı, s. 264; Aktepe Artık, s. 80.

[18] Harris/O’Boyle/Bates/Buckley/Harvey/Kamber/Lafferty/Cumper/Green, s. 432.

[19] AİHM Cañete de Goñi/İspanya Kararı, 15.01.2003, 55782/00, p. 36.

[20] AİHM Zvolský and Zvolská/Çek Cumhuriyeti Kararı, 12.02.2003, Baş. No: 46129/99, p. 47.

[21] AİHM Zvolský and Zvolská/Çek Cumhuriyeti Kararı, p. 51

[22] AİHM Hasan Tunç ve diğerleri/Türkiye Kararı, 30.04.2017, Baş. No: 19074/05, p. 33.

[23] Karar, p. 22; AYM Hasan İşten Başvurusu, 22.02.2018, Baş. No: 2015/1950, p. 37.

[24] AİHM Miragall Escolano/İspanya Kararı, 25.04.2000, Baş. No: 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, p. 37.

[25] AİHM Ivanova ve Ivashova/Rusya Kararı, 26.04.2017, Baş. No: 797/14 ve 67755/14, p. 56-58. Ayrıca bkz. Guide, s. 33.

[26] Asliye ticaret mahkemesince iflas ve konkordato hukukundan kaynaklanan kararlara karşı istinaf ve temyiz yoluna başvuru süresi, kararın tebliğinden itibaren on gündür (İİK m. 164, 182, 254, 293, 308/a, 308/e). Bir diğer istisna ise HMK’nın 43/2 maddesinde düzenlenen hâkimin reddi talebine ilişkin merci kararına karşı istinaf yoluna başvurudur. Ayrıca bkz. Kuru, Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. 2, 2. B., Ankara 2021, s. 1347-1348.

[27] Örneğin; YHGK 01.04.2015, E.  2014/1271, K. 2015/1157; YHGK, 23.10.2013, E. 2013/12-339, K. 2013/1474 (LegalBank).

[28] Örneğin; YHGK, 01.10.2003, E. 2003/13-581, K. 2003/527; YHGK, 25.10.2020, E. 2019/405, K. 2020/949; YHGK, 28.03.2019, E. 2018/12-884, K. 2019/363; Y.21.HD, 05.02.2020, E. 2020/468, K. 2020/538 (Legalbank).

[29] Örneğin; AYM İkinci Bölüm, Mehmet Hanifi Şelem Başvurusu, 19.10.2021, Baş. No: 2018/24557; AYM Birinci Bölüm, Bişar Yusufoğlu Başvurusu, 10.02.2021, Baş. No: 2018/2784, (RG 03.03.2021, S. 31412); AYM Birinci Bölüm, Abdullah Yıldırım ve Diğerleri Başvurusu, 22.07.2020, Baş. No: 2015/7007; AYM İkinci Bölüm, Mahmut Macit Başvurusu, 13.02.2020, Baş. No: 2017/27177; AYM İkinci Bölüm, Nihal Uslukol Başvurusu, 25.09.2019, Baş. No: 73086, (RG 23.10.2019, S. 30927); AYM Birinci Bölüm, Groseri Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Başvurusu (2), 31.10.2018, Baş. No: 2017/29997; AYM İkinci Bölüm, Vesim Parlak Başvurusu, 20.03.2014, Baş. No: 2012/1034; AYM Birinci Bölüm, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri Başvurusu, 20.01.2016, Baş. No: 2013/7114

[30] Atalı, Murat: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C. 3, İstanbul 2017, s. 1993; Özekes, Muhammet: Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, (Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s. 381-396), s. 384; Boran Güneysu, Nilüfer: Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara 2014, s. 254-255.

[31] Özekes, Muhammet: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C. 3, İstanbul 2017, s. 2219-2220; Özekes, Süre Tutum, s. 386.

[32] Budak, Ali Cem/Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukuku, 5. B., İstanbul 2021, s. 407.

[33] Özekes, Süre Tutum, s. 382; Kuru, s. 1350, 1356.

[34] Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun temyiz dilekçesine ilişkin 435. maddesinin ilk hâlinde gerekçeli temyiz dilekçesinin, esas temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içinde verilebileceği kabul edilmişti. Bkz. Belgesay, Mustafa Reşit: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Şerhi- Teoriler (İsbat Teorisi, Hüküm Teorisi), 3. B., İstanbul 1950, s. 212; Ansay, Sabri Şakir: Hukuk Yargılama Usulleri, 7. B., Ankara 1960, s. 355; Postacıoğlu, İlhan, E.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. B., İstanbul 1975, s. 727; Bilge, Necip/Önen, Ergun: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. B., Ankara 1978; Berkin, Necmeddin: Tatbikatçılara Medeni Usul Hukuku Rehberi, İstanbul 1980, s. 884. Anılan madde 16.07.1981 tarih ve 2494 sayılı Kanun’un (RG 18.07.1981, 17404) 28. maddesiyle değiştirilmiş ve temyiz gerekçelerinin ikinci bir dilekçeyle verilebileceğine ilişkin kural ortadan kaldırılmıştır. Bu konuda istinaf ve temyiz yolu karşılaştırması için bkz. Umar, Bilge: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 2. B., Ankara 2014, s. 1063.

[35] Özekes, Süre Tutum, s. 386. AYM, özellikle derece mahkemelerinin “süre tutum dilekçesi” verilmesi üzerine gerekçeli kararı tebliğ etmeden dosyayı üst derece mahkemesine göndermesi nedeniyle kanun yolu incelemesinin bu çerçevede yapılmasını “gerekçeli karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkına” aykırı görmüştür. Bkz. “İlk derece mahkemesi kararının gerekçesini bilmeyen kişilerin temyiz hakkını gereği gibi kullandığı ve tarafların temyiz nedenlerini bilmeyen temyiz merciinin de temyiz incelemesini sağlıklı bir şekilde yaptığı söylenemez.” (AYM Vesim Parlak Kararı, p. 39).

Paylaş